AŞIKLIK NE HALINA
Gönül sen ne sersemsin, ne körsün, ne sakarsın,
Yulaksız bir su gibi her güzele akarsın,
Neye sebepsiz yere yüreğini yakarsın,
Göz koymaktan ne çıkar elin günün malına
Çapıtına çuluna, aşıklık ne halına.
Bu kara bahtını sen kambur gibi taşırsın,
Bir de topal eşekle kervana karışırsın,
Eller arabasını dağdan dağa aşırsın,
Senin her gün bir kambur yüklenirken dalına,
Çaputuna çuluna, âşıklık ne halına.
Bunca yıl uma uma eridin bir mum gibi,
Bu umut mabudunu bekledin kayyum gibi,
Karardıkça karardı kara baht kurum gibi,
Bundan sonra devam et yine bakla falına,
Çapıtına çuluna, aşıklık ne halına.
Eller aştı denizi, oturdun mu sen şapa,
Herkesin yolu düz de seninki neden sapa,
Kulaklarını tıka gözlerini de kapa,
Bakma elin etine, kaymağına, balına,
Çapıtına çuluna, aşıklık ne halına.
Birisi yakalamış suna gibi bir kızı,
Öteki her gün sarar başka güzel yıldızı,
Senin içinde yanar hiç olmayan bir sızı,
Güzeller geçer gider hep salına salına
Çapıtına çuluna, aşıklık ne halına.
Bu atalar sözüdür: Kim kazana kim yiye,
Gönül bağlamamalı bu dünyada her şeye,
Ah şu güzelin kaşı, vay gözü diye diye,
Ömrün dönüp gidecek bir yılan masalına
Çapıtına çuluna, aşıklık ne halına.
GEÇTİ BOR’UN PAZARI
Başta kavak yelleri estiği günler hani ?
Beklediğin alaylı şanlı düğünler hani?
Selvi gibi ümitler şimdi döndü birer iğdeye,
Geçti Bor'un pazarı,sür eşeğini Niğde'ye.
Sende cevher var imiş onu herkes ne bilsin.
Kimler böyle bir züğürdün huzurunda eğilsin ?
Şööle bir dairede müdür bile değilsin.
Ne çıkar öğrenmişsin mesahayı pi diye,
Geçti Bor'un pazarı,sür eşeğini Niğde'ye.
Bilmemki ne olmaktı senin gayen, maksadın ?
Fare gibi kitaplar arasında yaşadın.
Ne dans ettin eğlendin, ne sevdin kız kadın,
Kim dedi be hey serseri gençliğine kıy diye ?
Geçti Bor'un pazarı,sür eşeğini Niğde'ye.
Gönül ne çalgı ister, ne eğlence ne de dans,
Ne,güzel kadınların önlerinde reverans.
Kapandıkça kapandı bunca yıldır kahpe şans.
Şimdi İhtiyarlık gölgesi perde çekti dideye,
Geçti Bor'un pazarı,sür eşeğini Niğde'ye.
Fırsatı iyi kolla,olma sakın dangalak,
Ye iç eğlen dünyada keyfine bak,
Sende iç şampanyalar,viskiler bardak bardak,
Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye,
Geçti Bor'un pazarı,sür eşeğini Niğde'ye.
Hasanın böreğine vaktinde yetişmeli,
Hiç durmadan gövdeye atıştırıp şişmeli.
Sonrada kavrulmadan mükemmelen pişmeli,
Yoksa seni almazlar hiç bir işe çiğ diye,
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.
KARAMAN’IN KOYUNU
Oğul sana bir öğüt vereyim, dinle beni,
Ağzını açma sakın açarsan aç keseni,
En candan bildiklerin tefe koyarlar seni,
Birer birer denedik olgununu toyunu,
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu.
El oğlunu bilmezsin, o ne hin oğlu hindir,
Pamuk gibi görünür, granitten çetindir,
Arkandan kuyu kazar, dibi yoktur, derindir,
Açılma el oğluna anlamadan soyunu,
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu
Senin ayıbını arar el oğlu bir iş gibi,
Arkanda dolaşırlar sanki müfettiş gibi,
Bırakırlar ortada seni bir ibiş gibi,
Öğretirler dünyanın körfezini koyunu,
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu.
Doğruyu görürsen de ulu orta anlatma,
Bağır, çağır, nara at, fakat sakın taş atma,
Elini uzat amma, boynunu hiç uzatma,
Sana ölçü verirler, uzatırsan boynunu,
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu.
Ne tilkiye eğri bak, ne de kurtlarla yarış,
Ne etlisinden bahset, ne sütlüsüne karış,
Ağzını açık korlar sonra senin bir karış,
Nene gerek elin üç keçi, beş koyunu,
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu.
Ne erkeğine kan, ne dişisine inan,
Dişisi erkeğinden olur bir kat afacan,
Sonra gösterir sana gülünü şebboyunu
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu.
KOMŞUNUN TAVUĞU KAZ
Bir başa devlet tacı konsa, her şey fetholur,
Kımıldansa bir zafer, öksürse hikmet olur,
Karşısında insanlar hemen iki kat olur,
Parmağını oynatsa, o bir işaret olur,
Apar tapar yürüse herkese kız görünür,
Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür.
İnsanların gözüne hakikat zor görünür,
Al pembeyi gösterin, onlara mor görünür,
Bazan kara bir marsık kıpkızıl kor görünür,
Ele geçen saadet nolursa hor görünür,
Ağızdaki bir nimet çürük sakız görünür,
Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür.
İnsanoğlu nedense doymak bilmez bir açtır,
Elin tarlası bitek, kendinin ki kıraçtır,
Elin keçe külahı kendi gözünde taçtır,
Nasıl bağrı yanıktır, hele bir ağız açtır,
Kendi karısı kuru, kızı cılız görünür,
Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür.
Yeni yeni adamlar çıkar, haberimiz yok,
Onların arasında bizim hiç yerimiz yok,
Amcamız, dayımız yok, demek değerimiz yok,
Fakat bundan ötürü asla kederimiz yok,
Onların hünerleri bize yavuz görünür,
Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür.
Devletin sofrasına çökmüşler devlet gibi,
Kapışırlar babadan kalma bir servet gibi,
Bütün hısım akraba aramızda set gibi,
Karşıdan bakıyoruz biz üvey evlat gibi,
Başlarında kel olsa bize yaldız görünür,
Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür.
Hamdolsun esir değil, vatandaşız bizler de,
Bol bol nefes alırız hürriyetle her yerde,
Kimseye sır vermeyiz, derdimizi gizler de,
Fakat bizim lokmamız büyür o aç gözlerde,
Şerbet içsek şampanya, ayran kımız görünür,
Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür.
POKER DESTANI
Keşiş’in eteğinde yasadım keşiş gibi
Bir lokma, bir hırkaya hu! diyen derviş gibi,
Ara sıra destanlar yazarım bir iş gibi,
Bu aleme maksatsız, seyr-için gelmiş gibi
Harcadım hayatımı beş paralık fiş gibi.
Bu hayat pokerinde bize ancak pas düştü
Elime per gelmedi, ellere fulaş düştü,
Şimdi artık mahvolan ömrüm için yas düştü,
Yoksulluk, kimsesizlik çöktü kara kış gibi,
Harcadım hayatımı beş paralık fiş gibi.
Bu oyunda ben neyim?Tam mahvolmuş bir adam,
Kiminde kare-vale, kiminde var kare-dam,
Bir blöfle rest dedim, yıkıldı başıma dam,
Umutlarım önümde devrildi kiriş gibi,
Harcadım hayatımı beş paralık fiş gibi.
Ne kazançlar ummuştum girerken bu oyuna,
Üstün eller vurdular, hiç durmadan boyuna
Şimdi tamam benzedim kurbanlık bir koyuna,
Herkes tapınıyorken kendine fetiş gibi,
Harcadım hayatımı beş paralık fiş gibi.
Hep zarara uğradım, oynadımsa kaç seans,
Ben pot dedim, başkası yaptı beş misli rölans,
Kör olsun, uğramadı bir kerecik kahpe şans,
Bütün meziyetlerim battı bana şiş gibi,
Harcadım hayatımı beş paralık fiş gibi.
Saadet uma uma geçti ömrün yarısı
Bilmem niçin düşmüyor başımıza darısı,
Balarısı olmadım, oldum eşek arısı,
Herkes çalım satarken canlı bir afiş gibi,
Harcadım hayatımı beş paralık fiş gibi.
SALLABAŞINI AL MAAŞINI
Ey inleyen zavallı; bulmuşsun kırk yaşını,
Kazanmak istiyorsan bu hayat savaşını,
Yemelisin hakikat denen zehir taşını!
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını.
Tatar ağası gibi öyle dolaşma yaya
El oğluna baksana, ne ar kalmış ne haya!
Sen de bulup bir dayı hemen arkanı daya!
O ne derse hıı deyip hemen salla başını
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını
Kör kadıya şehla de, incitme düztabanı
Düşküne ver nasihat, kodamana arkanı!
Zengin ol sen de aşır her dağdan arabanı,
Tekerine taş korlar sallamazsan başını,
Dilini tut uslu dur, her ay al maaşını
Bir kalantor görünce yerlere kadar eğil
El pençe ol, divan dur, bu şerefsizlik değil!
Uşaklığı meziyet, riyayı fazilet bil
Kim ne derse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını
Şeflerle iyi geçin, amirle bul arayı
Azıcık sen de öğren dalgayı dubarayı
Bırakıver kanasın vicdan denen yarayı!
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını!
Köpeklerle boğuşma, tepişme hiç katırla
Hamamda kavga olmaz sütü bozuk natırla
Kulağına küpe yap, bu sözümü hatırla:
Kim ne derse hıı deyip hemen salla başını
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını.
Diyorlar ki taç bile baş eğilmezse konmaz,
Önünde eğilirsen kılıç bile dokunmaz.
Dik durdukça bir başa devlet kuşu da konmaz,
Bu dünyada kaide sallamaktır başını
Eğil bükül gerdan kır, her ay al maaşını.
Bir güvercin eder mi atmacalarla yarış?
Öğrenmedin dünyayı gezdin de karış karış
Gel vazgeç bu sevdadan, haydi kervana karış
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını
Sürüden ayrılma ki versinler maaşını.
Artırmaya konmuştur terfiler maliyede,
Bu usulle yapılır nakiller saniyede
Söylesen de faydasız Vali-yi Aliye de
En iyisi hıı deyip hemen salla başını
Uslu dur dilini tut, her ay al maaşını
İrtikâpla irtişa sanma ki güç bir iştir,
İlmini bilen için ismi alış veriştir
Usulünü öğren de bu nimetten veriştir!
Her lokmada hıı deyip hemen salla başını
Uslu dur dilini tut, her ay al maaşını
Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler!
Hayâdan eser yoktur nafile bütün sözler,
Beyhude inat etme hemen salla başını,
Dilini tut, uslu dur, zıkkımlan maaşını.
SEN BİR GARİP ÇİNGENESİN
İki gözüm, eller gibi safa sürmek hakkın değil,
Nene gerek apartıman, nene gerek otomobil,
Çok ağır da olsa yükün taşımayı vazife bil,
Bir yarışa girme sakın, altındaki topal eşek,
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek..
Çadır senin nene yetmez, tutturmuşsun villa diye,
Üzüyorsun yüreğini, yat isterim ille diye,
Taştan taşa fırlatıyor felek seni bilye diye,
Ne anlarsın piyanodan, çal kavalı eğlenerek,
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek...
Adam olmak kolay değil, amca ister, dayı ister,
Garip olan ne hak ile bir de aslan payı ister,
Armudun en iyisini dağda gezen ayı ister,
Eller gibi olamadım diye sakın üzme yürek,
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek...
Açıkgözler yakalamış' her biri bir ballı petek,
Ne dökerler alın teri, ne çekerler ağır emek,
Sanki onlar yurt sahibi, sen ise bir uyuz medek,
Dik kafalı olma sakın, akıntıya çekme kürek,
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek...
Sen ne zengin olacaksın, ne burjuva türedisi,
Suç kimdedir zaten, yoksa talihinin kredisi,
Söndür artık içerinde alevlenen her hevesi,
Kuru ekmek bulamazsın, canın ister yağlı börek,
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek...
Telli zurna onlarındır, küheylan at onlarındır,
Sırmalı don onlarındır, takım dârât onlarındır,
Mor cepkenler onlarındır, kürkler kat kat onlarındır,
Sana yeter sırtındaki şu yamalı mintan gömlek,
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek...
Varsın onlar bezensinIer, varsın onlar kurulsunlar,
Varsın bütün hısım kavım birbirine sarılsınlar,
Sen bahtına küs de çekil, onlar bol bol serilsinler,
Onlar yesin muz, ananas, senin payın kabak, kelek.
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek...
SENİN Kİ TATLI CAN DA BİZİMKİ PATLICAN MI
Görmüyoruz sanmayın iç yüzünü işlerin,
O doğru duruşların, o eğri gidişlerin,
Neler çiğnediğini hiç durmadan dişlerin,
Ne yolda olduğunu o yaldızlı fişlerin,
Biliriz yenileni kuzu mudur, tavşan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Maroken koltukların çıkardınız tadını,
Yokladınız güzelin elcilini, yadını,
Şu ince belli kızı, şu fıkırdak kadını,
Ne dediniz olmadı, bir yosma mı, civan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Sizler de bizdendiniz, ne çabuk ayrıldınız?
Her biriniz en yüce yerlere kayrıldınız,
Kiminiz doğruldunuz, kiminiz eğrildiniz,
Böylece zevk içinde yaşarsınız, yalan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Yok mu ata malından azıcık pay bize de?
Adımız hiç görülmez pasaportta, vizede,
Biz de gezmek isteriz Londra'da, Gize'de,
İsterseniz gideriz hatta Portekiz'e de.
Bizim yerimiz sade Sivas, Erzurum, Van mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Ne sorulur bilseydik, amcamız, dayımız mı?
Değilse nemiz eksik aklımız, boyumuz mu?
Yoksa beğenilmeyen bir kötü huyumuz mu?
İnanımız mı bozuk, kanımız, soyumuz mu?
Bizim kanımız başka, sizinki başka kan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Bizler de sizin gibi yorulmak istiyoruz,
Divanda, encümende kurulmak istiyoruz,
İnsanlar sırasında görülmek istiyoruz,
Kırk yıl posteki gibi sürünen de insan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Süründük bu kadar yıl Aydın'da, Muş'da, Van'da,
Kahve gibi kavrulduk, dövüldük bu havanda,
Şöyle bir yaşamadık Karlisbat'da, Lozan'da,
Fakat arılar gibi çalıştık bu kovanda,
Balı, kaymağı sizin, bize acı soğan mı?
Sizinki tatlı can da, bizimki patlıcan mı?
İŞTE GELDİK GİDİYORUZ
Ne beklerdin, ne buldun sen yeryüzünde hey serseri?
Bilinir mi böyle yerde bir kimsenin öz değeri?
Unut arık bunca yıldır tükettiğin emekleri,
Devlet kuşu konsa bile istemem ben bundan geri,
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri.
Sen pişirdin, sen yuğurdun, elin hamur karnın açtır,
Kursağına düşen en son tuzsuz, yağsız bulamaçtır,
Kimse bilmez kim kazanır bu oyunda, bu bir maçtır,
Yediğimiz emek aşı, içtiğimiz alın teri,
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri.
Uğraşırsın, çabalarsın, parasını eller alır,
Bir gölgeye benzer umut, bir uzanır bir kısalır,
Çok umuda düşen kişi karanlıkta yaya kalır,
Bir oyuncak sanmış idik bir zamanlar koca dehri,
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri.
Yüze geldi düne kadar köşesinde keyf çatanlar,
Vatansever oldu çıktı başımıza kaltabanlar,
Bizler bugün buyruk kulu, onlar ise kahramanlar,
Biz batakta köprü olduk, başkaları geçti nehri,
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri.
Bir kılkuyruk gelir sana çalım satar, kafa tutar.
Birer birer toplarsın sen, o binleri birden yutar,
Binbir çeşit ezgi hergün aşımıza ağı katar,
Bir boğazı tokluğuna çekiyorsun bunca kahrı,
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri.
Dinlenmeden bir gün başım gençlik böyle geldi geçti,
Olan işler yüreğimde birer birer yara açtı,
Neden sonra alık gönül karanlıkta akı seçti,
Kutlu olsun gelenlere bu uğursuz konuk yeri
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri
26 Mart 2010 Cuma
DİVAN EDEBİYATINDA TARİH DÜŞÜRME-EBCED
TÂRİH KITASI
Emr-i Hakk ile Sitanbul’da olan kış bu sene
Belki dünyâ duralı olmadı bu resme şitâ
Üsküdâr ile Sitanbul arası dondu kamû
Rûy-i deryâyı gören kimse sanırdı sahrâ
Bunu kim gördü ki deryâ yüzünün üstünde
Kara yer gibi nice kimse gezer bî-pervâ
Müncemîd oldu soğukdan nefsi insânın
Nice mahlûku halâk eyledi berd ü sermâ
Lafzen ü ma’nen ona dedi Neşâtî târih
“Be meded tondı soukdan bin otuzda deryâ”
YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMASI
Tecemmû eyledi Meydân-ı Lahme
Edüb küfrân-ı ni’met bunca bâğı
Koyub kaldırmadan iki de bir de
Kazan devrildi söndürdü ocağı (1241/1826) İZZET MOLLA
Dîvan şairleri içinde tarih söylemekle meşhur olan Bursalı Hâşimî ile Adanalı Sürûrî’dir. Sürûrî’ye bundan ötürür Sürûrî-i Müverrih denmiştir.
Tarih söylemekte muhtelif usûller vardır:
a – Bir mısraın bütün harfleri tam olarak hesap edilirse târih-i tâm denir:
Rûhi-i bî-dil didi târihini
Müjde Şâm ehline geldi Hâletî (1011)
Bu beyitin ikinci mısrasındaki bütün harflerin karşılığı olan değerlerin toplamı Hâletî’nin Şam’a gelişinin tarihini veriyor.
b – Yalnız noktalı harfler alınıp hesap edilirse târih-i menkût veya mücevher ya da mu’cem dnir:
Günâhı var ise af ola mu’cemle didim târih
Nasûhîzâde kıldı tövbe kurb-ı Hakk’a azmitti (1218)
c – Yalnız noktasız harflar alnırsa târih-i mühmel veya târih-i sâde denir:
Hurûf-ı sâdelerle eyledim tahrîr târihin
Bekir Ağa kurup sûr-ı tezevvüc ber-murâd oldu (1192)
ç – Bazen mısra veya beyitte fazla ve eksik harfler bulunur. Târihi bulmak için fazlalar çıkarılır, yâhut eksik kalan sayılar doldurulur. Bu gibi târihlere ta’miyeli târih denir.
Çıkarup leşker-i küffârı didim târihin
Belgrad Kal’asını aldı Mehemmed Pâşâ (1152)
d – Bazen de bir mısraın harfleri, tesbiti arzu edilen senenin tam iki mislini gösterir. Buna dü tâ târih denir.
Bâb-ı mülk-i Mısrı Mevlâ açtı alındı Ariş (1214) Surûrî
e – Bazen de târih iki mısra olur ve her biri aynı târihi tesbit etmiş bulunur.
Ben d Nevres söyledim sâl-i zafer târihini (1271)
Kal’a-ı Sivastapol alındı seyf-i harb ile (1271)
f – Bazen bir manzûmenin her mısraı aynı târihi tesbit etmek üzere tanzim edilir: Nevres’in bir manzûmesinin son mıraları:
Hesâb-ı sâli her mısra’da âhenk eyledim Nevres
Tarab da olsa şâyândır edâsı kalb-i insana
Basıldı bu gice takvim-i zîc-i sâle bu mısra’
Hulûl-i sâl-i nev mes’ûd ola Abdülmecîd Hân’a (1263)
g – Bazen de lâfzen ve mânen târih düşürülür.
Lâfzen ü ma’nen Sürûrî söyledim târihimi
Kıldım İstanbul’u bin yüz doksan üç sâlinde cây (1193)
h – Lûgazlı tarihler de tanzim edilir.
Bir iki vü iki delik
Abdülmecîd oldu melik (1255)
Bir mezar taşına yazılmış târih:
Şerha çektim dâğ urdum göz göz itdim sînemi
Sengimi seyreyliyen bilsün vefat târihimi (1055)
Şerha çekmek (۱), dağ urdum(۰), göz göz ettim(٥٥) sözleriyle 1055 tarihi bulunmuş olur.
Çeşmenin Kitâbesi
Mâşâllah
Bu çeşme haznesi tecdîdin eyleyen merhûm
İnçe el-Hâc Mehmed Ağa zevcesi Zeliha’dır
Deyince besmele her derde ider derman
Hayat-ı cümle-i eşyâ kamû mine’l-mâ’dır
Sene 1198 (1783/84) (*)
Emine Hacce zâtü’l-hayr merhûme
Vasiyyet ile itdi çeşme-i icrâ
Gelüb bir teşnegâr didi târihini
Şehîd-i Kerbelâ aşkına iç mâ
1163 (1749/50)(*)
Emr-i Hakk ile Sitanbul’da olan kış bu sene
Belki dünyâ duralı olmadı bu resme şitâ
Üsküdâr ile Sitanbul arası dondu kamû
Rûy-i deryâyı gören kimse sanırdı sahrâ
Bunu kim gördü ki deryâ yüzünün üstünde
Kara yer gibi nice kimse gezer bî-pervâ
Müncemîd oldu soğukdan nefsi insânın
Nice mahlûku halâk eyledi berd ü sermâ
Lafzen ü ma’nen ona dedi Neşâtî târih
“Be meded tondı soukdan bin otuzda deryâ”
YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMASI
Tecemmû eyledi Meydân-ı Lahme
Edüb küfrân-ı ni’met bunca bâğı
Koyub kaldırmadan iki de bir de
Kazan devrildi söndürdü ocağı (1241/1826) İZZET MOLLA
Dîvan şairleri içinde tarih söylemekle meşhur olan Bursalı Hâşimî ile Adanalı Sürûrî’dir. Sürûrî’ye bundan ötürür Sürûrî-i Müverrih denmiştir.
Tarih söylemekte muhtelif usûller vardır:
a – Bir mısraın bütün harfleri tam olarak hesap edilirse târih-i tâm denir:
Rûhi-i bî-dil didi târihini
Müjde Şâm ehline geldi Hâletî (1011)
Bu beyitin ikinci mısrasındaki bütün harflerin karşılığı olan değerlerin toplamı Hâletî’nin Şam’a gelişinin tarihini veriyor.
b – Yalnız noktalı harfler alınıp hesap edilirse târih-i menkût veya mücevher ya da mu’cem dnir:
Günâhı var ise af ola mu’cemle didim târih
Nasûhîzâde kıldı tövbe kurb-ı Hakk’a azmitti (1218)
c – Yalnız noktasız harflar alnırsa târih-i mühmel veya târih-i sâde denir:
Hurûf-ı sâdelerle eyledim tahrîr târihin
Bekir Ağa kurup sûr-ı tezevvüc ber-murâd oldu (1192)
ç – Bazen mısra veya beyitte fazla ve eksik harfler bulunur. Târihi bulmak için fazlalar çıkarılır, yâhut eksik kalan sayılar doldurulur. Bu gibi târihlere ta’miyeli târih denir.
Çıkarup leşker-i küffârı didim târihin
Belgrad Kal’asını aldı Mehemmed Pâşâ (1152)
d – Bazen de bir mısraın harfleri, tesbiti arzu edilen senenin tam iki mislini gösterir. Buna dü tâ târih denir.
Bâb-ı mülk-i Mısrı Mevlâ açtı alındı Ariş (1214) Surûrî
e – Bazen de târih iki mısra olur ve her biri aynı târihi tesbit etmiş bulunur.
Ben d Nevres söyledim sâl-i zafer târihini (1271)
Kal’a-ı Sivastapol alındı seyf-i harb ile (1271)
f – Bazen bir manzûmenin her mısraı aynı târihi tesbit etmek üzere tanzim edilir: Nevres’in bir manzûmesinin son mıraları:
Hesâb-ı sâli her mısra’da âhenk eyledim Nevres
Tarab da olsa şâyândır edâsı kalb-i insana
Basıldı bu gice takvim-i zîc-i sâle bu mısra’
Hulûl-i sâl-i nev mes’ûd ola Abdülmecîd Hân’a (1263)
g – Bazen de lâfzen ve mânen târih düşürülür.
Lâfzen ü ma’nen Sürûrî söyledim târihimi
Kıldım İstanbul’u bin yüz doksan üç sâlinde cây (1193)
h – Lûgazlı tarihler de tanzim edilir.
Bir iki vü iki delik
Abdülmecîd oldu melik (1255)
Bir mezar taşına yazılmış târih:
Şerha çektim dâğ urdum göz göz itdim sînemi
Sengimi seyreyliyen bilsün vefat târihimi (1055)
Şerha çekmek (۱), dağ urdum(۰), göz göz ettim(٥٥) sözleriyle 1055 tarihi bulunmuş olur.
Çeşmenin Kitâbesi
Mâşâllah
Bu çeşme haznesi tecdîdin eyleyen merhûm
İnçe el-Hâc Mehmed Ağa zevcesi Zeliha’dır
Deyince besmele her derde ider derman
Hayat-ı cümle-i eşyâ kamû mine’l-mâ’dır
Sene 1198 (1783/84) (*)
Emine Hacce zâtü’l-hayr merhûme
Vasiyyet ile itdi çeşme-i icrâ
Gelüb bir teşnegâr didi târihini
Şehîd-i Kerbelâ aşkına iç mâ
1163 (1749/50)(*)
ŞARKI
ŞARKI
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i na-şada
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
Gülelim oynayalım kam alalım dünyadan
Ma-i Tesnim içelüm çeşme-i nev-peydadan
Görelim ab-ı hayat akdığın ejderhadan
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
Bir sen ü bir ben ü bir mutrib-i pakize-eda
İznin olursa eger bir de Nedim-i şeyda
Gayrı yaranı bugünlük edip ey şuh feda
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
NEDÎM
ŞARKI
Yine oldum esîri âh bir şûh-ı sitemkârın
Ki dilber sevmemiş, bilmez belâsın âşık-ı zârın
Ne kâfirliklerin gördüm ben ol zülf-i siyehkârın,
O ebrûnun, o zâlim gamzenin, ol çeşm-i mekkârın
O tıfl-ı nâzı gördüm rûyine hurşîd eser etmiş
Haberdâr olmamıştım, sonra bildim neylemiş n'etmiş
Meğer, zâlim kaçıp tenhâca sa'dâbâd'a dek gitmiş
Temâşâ eylemiş âlâyını şevketlü hünkârın
Gezermiş kasrın etrâfında yer yer tâze meh-rûlar
Mükehhal gözlü, şîrîn sözlü, leylî yüzlü âhûlar
Hemân alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular,
Ederlermiş duâsın pâdişâh-ı ma'delet-kârın
Güzelsin, bî-bedelsin, şûhsun, âlüftesin cânâ!
Söz olmaz hüsnüne, gelmez nazîrin âleme hakkâ!
Senin her cevrine bin cân ile sabreylerim ammâ,
Beni pek öldürür ey bî-vefâ ellerle bâzârın
Bugün, bir mahrem-i esrâr, yâr-i nükte-pîrâdan
İşittim kim, sayıp uşşâkını ey şûh-ı sîmîn-ten
Nedîm-i zâra benzer âşıkım yoktur demişsin sen
Efendim, işte vardır: ben esirin, ben giriftârın
NEDÎM
ŞARKI
Çözülme zülfüne ey dil-rübâ dil bağlayanlardan
Kaçınma âteş-i aşkınla bağrın dağlayanlardan
Düşer mi ictinâb etmek seninçün ağlayanlardan
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan
Gelüb vakt-i bahâr âlem safâ-yı gül-şen etdikde
Nevâ-yı bülbülü gûş-i gül-i ra’nâ işitdikde
Uyub ahbâba sen de seyr-i Sa’d-âbâd’a gitdikde
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan
Senin bir reng-i zîbân var ki gül-berg-i izârında
Bulunmaz gül-sitân-ı âlemin bâğ-ı bahârında
Otur ihrâma ârâm et bir az havzın kenârında
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan
Hevâ-yı perçeminle başka bir hâlet olur serde
Yeni başdan misâl-i Vâsıf uğratdın beni derde
Gamınla gerçi çokdan ağlarım ammâ bugünlerde
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan
ENDERUNLU VÂSIF
ŞARKI
Erişdi nev-bahâr eyyâmı açıldı gül ü gülşen
Çerâğân vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
Çemenler döndü rûy-i yâre reng-i lâle vü gülden
Çerâğân vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
Açıldı dilberin ruhsârı gibi lâleler güller
Yakıştı zülf-i hûbân-veş zemîne saçlı sünbüller
Nevâ-sâz olmada bin şevk ile âşüfte bülbüller
Çerâğan vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
NEDÎM
ŞARKI
Dil-harab-ı aşkınam sensin sebeb berbadıma
Bir teselli ver gelip bari dil-i naşadıma
Taş mıdır bağrın ki gelmezsin benim imdadıma
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
Halimi hiç sormaz oldun ey meh-i hatır-şiken
Nâr-ı hicranınla suzan oldu iklim-i beden
Aşk derler bir söyünmez ateşe düştüm ki ben
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
Eyledin derd ile âteş-zâr-ı hasret meskenim
Taşa kâr etti sana kâr etmedi âhım benim
Gûş edip efganımı n'ola acırsa düşmenim
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
Bu nasıl esrar ki bir kerre beni şâd eylemez
Dest-i cevriyle harab olsam da âbâd eylemez
Böyle nalan olduğum kim görse imdad eylemez
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
Sardı Vasıf sarmağa ol şûhu sevda-yı merak
Olmada günden güne gönlümde müzdak iştiyak
Şol kadar yaktı ciğer-gâhım ki nâr-ı iftirak
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
ENDERUNLU VÂSIF
ŞARKI
Vücûd iklîminin sultânı sensin
Efendim derdimin dermânı sensin
Bu cism-i nâtüvânın cânı sensin
Efendim derdimin dermânı sensin
HACI ÂRİF BEY
ŞARKI
Bakmıyor çeşm-i siyâh feryâde
Yetiş ey gamze yetiş imdâde
Gelmiyor hançer-i ebrû dâde
Gel ne korkarsın ecel sîmâ-yı derdimden benim
Kurtar Allâh aşkına beni dünyâ-yı derdimden benim
Yetiş ey gamze yetiş imdâde
HACI ÂRİF BEY
ŞARKI
Ey çeşm-iâhû mehlikâ
Cürmüm nedir söyle bana
Ben âşıkım billâh sana
Cürmüm nedir söyle bana
Yanmaktayım çoktan beri
Nâr-ı firâke ey peri
Aşkınla oldum serserî
Cürmüm nedir söyle bana
ŞARKI
Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü
Sim ten gonca fem bî-bedel ol güzel
ÂteşÎn ruhleri yaktı bu gönlümü
Pür edâ pür cefâ pek küçük pek güzel
Görmedim kimsede böyle bir dil-rubâ
Böyle kaş böyle göz böyle el böyle yüz
Aşıkın bağrını üzmeye göz süzer
El aman pek yaman her zaman ol güzel
DEDE EFENDİ
ŞARKI
Yüzündür cihanı münevver eden,
Fedâdır yoluna bu cân-û ten.
Senin çün yandığım nedendir, neden?
Senden midir, benden midir?
Dilden midir, bilmem neden.
DEDE EFENDİ
ŞARKI
Şarkılar seni söyler dillerde nağme adın
Aşk gibi sevdâ gibi huysuz ve tatlı kadın
En güzel günlerini demek bensiz yaşadın
Aşk gibi sevdâ gibi huysuz ve tatlı kadın
Beste:Muzaffer İlkar Güfte: Fakih Özlen
ŞARKI
Göze mi geldim sen mi unuttun gelmiyorsun âh
Öyle karanlık gece ki rûhum olmuyor sabâh
Yüksel ufuktan sîneni göster bir gün göreyim
Öyle karanlık gece ki rûhum olmuyor sabâh
Beste: Osman Nihâd Akın
ŞARKI
Bir demet yâsemen aşkımın tek hâtırası
Bitmiyor ayrılık dinmiyor gönlümün hicrân yarası
Ağlasam inlesem silinmez bahtın karası
Bitmiyor ayrılık dinmiyor gönlümün hicrân yarası
Beste ve güfte: Zeki Müren
ŞARKI
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin
Mâdem ki son şarkının kırık bir güftesiydin
Niçin yarım bırakıp neden bırakıp geçtin
Ne çok sevmiştim seni ne çok hatırlar mısın
Âşiyân yollarından ses versem duyar mısın
Hâlâ beni düşünür ve hâlâ hatırlar mısın
Bir bahâr seli gibi yolumdan akıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin
Beste: Muzaffer İlkar Güfte: Şemsi Belli
Fatih Davutpaşa Lisesi
Kütüphane Edebiyat Sohbetleri
Şarkı
Mehmet Sait Çakar-Ömer Salman
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i na-şada
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
Gülelim oynayalım kam alalım dünyadan
Ma-i Tesnim içelüm çeşme-i nev-peydadan
Görelim ab-ı hayat akdığın ejderhadan
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
Bir sen ü bir ben ü bir mutrib-i pakize-eda
İznin olursa eger bir de Nedim-i şeyda
Gayrı yaranı bugünlük edip ey şuh feda
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
NEDÎM
ŞARKI
Yine oldum esîri âh bir şûh-ı sitemkârın
Ki dilber sevmemiş, bilmez belâsın âşık-ı zârın
Ne kâfirliklerin gördüm ben ol zülf-i siyehkârın,
O ebrûnun, o zâlim gamzenin, ol çeşm-i mekkârın
O tıfl-ı nâzı gördüm rûyine hurşîd eser etmiş
Haberdâr olmamıştım, sonra bildim neylemiş n'etmiş
Meğer, zâlim kaçıp tenhâca sa'dâbâd'a dek gitmiş
Temâşâ eylemiş âlâyını şevketlü hünkârın
Gezermiş kasrın etrâfında yer yer tâze meh-rûlar
Mükehhal gözlü, şîrîn sözlü, leylî yüzlü âhûlar
Hemân alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular,
Ederlermiş duâsın pâdişâh-ı ma'delet-kârın
Güzelsin, bî-bedelsin, şûhsun, âlüftesin cânâ!
Söz olmaz hüsnüne, gelmez nazîrin âleme hakkâ!
Senin her cevrine bin cân ile sabreylerim ammâ,
Beni pek öldürür ey bî-vefâ ellerle bâzârın
Bugün, bir mahrem-i esrâr, yâr-i nükte-pîrâdan
İşittim kim, sayıp uşşâkını ey şûh-ı sîmîn-ten
Nedîm-i zâra benzer âşıkım yoktur demişsin sen
Efendim, işte vardır: ben esirin, ben giriftârın
NEDÎM
ŞARKI
Çözülme zülfüne ey dil-rübâ dil bağlayanlardan
Kaçınma âteş-i aşkınla bağrın dağlayanlardan
Düşer mi ictinâb etmek seninçün ağlayanlardan
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan
Gelüb vakt-i bahâr âlem safâ-yı gül-şen etdikde
Nevâ-yı bülbülü gûş-i gül-i ra’nâ işitdikde
Uyub ahbâba sen de seyr-i Sa’d-âbâd’a gitdikde
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan
Senin bir reng-i zîbân var ki gül-berg-i izârında
Bulunmaz gül-sitân-ı âlemin bâğ-ı bahârında
Otur ihrâma ârâm et bir az havzın kenârında
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan
Hevâ-yı perçeminle başka bir hâlet olur serde
Yeni başdan misâl-i Vâsıf uğratdın beni derde
Gamınla gerçi çokdan ağlarım ammâ bugünlerde
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan
ENDERUNLU VÂSIF
ŞARKI
Erişdi nev-bahâr eyyâmı açıldı gül ü gülşen
Çerâğân vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
Çemenler döndü rûy-i yâre reng-i lâle vü gülden
Çerâğân vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
Açıldı dilberin ruhsârı gibi lâleler güller
Yakıştı zülf-i hûbân-veş zemîne saçlı sünbüller
Nevâ-sâz olmada bin şevk ile âşüfte bülbüller
Çerâğan vakti geldi lâle-zârın dîdesi rûşen
NEDÎM
ŞARKI
Dil-harab-ı aşkınam sensin sebeb berbadıma
Bir teselli ver gelip bari dil-i naşadıma
Taş mıdır bağrın ki gelmezsin benim imdadıma
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
Halimi hiç sormaz oldun ey meh-i hatır-şiken
Nâr-ı hicranınla suzan oldu iklim-i beden
Aşk derler bir söyünmez ateşe düştüm ki ben
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
Eyledin derd ile âteş-zâr-ı hasret meskenim
Taşa kâr etti sana kâr etmedi âhım benim
Gûş edip efganımı n'ola acırsa düşmenim
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
Bu nasıl esrar ki bir kerre beni şâd eylemez
Dest-i cevriyle harab olsam da âbâd eylemez
Böyle nalan olduğum kim görse imdad eylemez
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
Sardı Vasıf sarmağa ol şûhu sevda-yı merak
Olmada günden güne gönlümde müzdak iştiyak
Şol kadar yaktı ciğer-gâhım ki nâr-ı iftirak
Dini ayrı kafir olsa rahm eder feryadıma
ENDERUNLU VÂSIF
ŞARKI
Vücûd iklîminin sultânı sensin
Efendim derdimin dermânı sensin
Bu cism-i nâtüvânın cânı sensin
Efendim derdimin dermânı sensin
HACI ÂRİF BEY
ŞARKI
Bakmıyor çeşm-i siyâh feryâde
Yetiş ey gamze yetiş imdâde
Gelmiyor hançer-i ebrû dâde
Gel ne korkarsın ecel sîmâ-yı derdimden benim
Kurtar Allâh aşkına beni dünyâ-yı derdimden benim
Yetiş ey gamze yetiş imdâde
HACI ÂRİF BEY
ŞARKI
Ey çeşm-iâhû mehlikâ
Cürmüm nedir söyle bana
Ben âşıkım billâh sana
Cürmüm nedir söyle bana
Yanmaktayım çoktan beri
Nâr-ı firâke ey peri
Aşkınla oldum serserî
Cürmüm nedir söyle bana
ŞARKI
Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü
Sim ten gonca fem bî-bedel ol güzel
ÂteşÎn ruhleri yaktı bu gönlümü
Pür edâ pür cefâ pek küçük pek güzel
Görmedim kimsede böyle bir dil-rubâ
Böyle kaş böyle göz böyle el böyle yüz
Aşıkın bağrını üzmeye göz süzer
El aman pek yaman her zaman ol güzel
DEDE EFENDİ
ŞARKI
Yüzündür cihanı münevver eden,
Fedâdır yoluna bu cân-û ten.
Senin çün yandığım nedendir, neden?
Senden midir, benden midir?
Dilden midir, bilmem neden.
DEDE EFENDİ
ŞARKI
Şarkılar seni söyler dillerde nağme adın
Aşk gibi sevdâ gibi huysuz ve tatlı kadın
En güzel günlerini demek bensiz yaşadın
Aşk gibi sevdâ gibi huysuz ve tatlı kadın
Beste:Muzaffer İlkar Güfte: Fakih Özlen
ŞARKI
Göze mi geldim sen mi unuttun gelmiyorsun âh
Öyle karanlık gece ki rûhum olmuyor sabâh
Yüksel ufuktan sîneni göster bir gün göreyim
Öyle karanlık gece ki rûhum olmuyor sabâh
Beste: Osman Nihâd Akın
ŞARKI
Bir demet yâsemen aşkımın tek hâtırası
Bitmiyor ayrılık dinmiyor gönlümün hicrân yarası
Ağlasam inlesem silinmez bahtın karası
Bitmiyor ayrılık dinmiyor gönlümün hicrân yarası
Beste ve güfte: Zeki Müren
ŞARKI
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin
Mâdem ki son şarkının kırık bir güftesiydin
Niçin yarım bırakıp neden bırakıp geçtin
Ne çok sevmiştim seni ne çok hatırlar mısın
Âşiyân yollarından ses versem duyar mısın
Hâlâ beni düşünür ve hâlâ hatırlar mısın
Bir bahâr seli gibi yolumdan akıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin
Beste: Muzaffer İlkar Güfte: Şemsi Belli
Fatih Davutpaşa Lisesi
Kütüphane Edebiyat Sohbetleri
Şarkı
Mehmet Sait Çakar-Ömer Salman
KARACAOĞLAN
KARACAOĞLAN
1606?-1679/1689?)
Toroslar ve Gâvurağı yöresinde yaşayan göçebe Türkmenlerinden olduğu tahmin edilir. Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmiyor. Bu tarihler bazı türkülerinden ve rivayetlerden yola çıkarak tahmin edilmiştir. Mezarı Mut ilçesinin Çukur köyünde olduğu ileri sürülür. Onun hakkında ileri sürülen bütün bilgiler tahminden öte değildir. Hiçbirisi kesinlik bildirmez.
Şiirlerinde her şeyi anlatmıştır. Acılar, sevinçler; hayat, tabiat ve en önemlisi aşk. Karacaoğlan güzel olan her şeye âşıktır. Dünyanın zevklerine, güzelliklerine bağlı bir şairdir…
17'nci yüzyılda yaşadığı sanılıyor. Göçebe Türkmen obalarında yetişti. Asıl adının İsmail, Halil ya da Hasan olduğu yolunda görüşler var. Hatta aynı mahlasla şiirler yazmış birçok Karacaoğlan'ın varlığı bile savunuluyor. Ahmet Kutsi Tecer ve Şükrü Elçin'in araştırmaları, yaşamının büyük bölümünü Rumeli'nde geçiren ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avusturya seferine katılan bir Karacaoğlan'ın varlığını ortaya koyar. Fuad Köprülü ve Cahit Öztelli gibi araştırmacılar da, 17'nci yüzyılda yaşadığını savunuyor. Bu araştırmacılara göre Karacaoğlan, şiirlerinde Abaza Hasan paşa'nın öldürülmesi, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın Avusturya seferi gibi bu döneme ait tarihsel olaylardan sözeder.
Karacaoğlan'ın şiiri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Şiirlerinde sıkça adları geçen Elif, Zeynep ve İsmikan adlı kadınların sevgilileri olduğu sanılıyor. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa benzetmelerini sık sık kullanır. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Şiirlerini ilk kez Nüzhet Ergun derleyip yayınladı. Cahit Öztelli'nin Karacaoğlan-Bütün Şiirleri adlı derlemesi de önemli Karacaoğlan araştırmalarından. Birçok şiiri bestelendi.
ALA GÖZLÜM BEN BU İLDEN GİDERSEM
Ala gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melil melil
Yeğin ey sevdiğim sen seni düzet
Karayi bağla da beyazı çöz at
Doldur ver badeyi bir daha uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil
Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yar melil melil
Karac'oğlan der ki olup ölünce
Bende güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ele vasıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil
VİRAN OLDUM MOR SÜMBÜLLÜ BAĞ İKEN
şu yalan dünyaya geldim geleli
Tas tas içtim ağulari sağ iken
Kahpe felek vermez benim muradım
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken
Aradılar bir tenhada buldular
Yaslandılar şıvgalarım kırdılar
Yaz bahar ayında bir od verdiler
Yandım gittim alkarlı dağ iken
Farımaz da deli gönlüm farımaz
Akar gözlerimin yaşı kurumaz
Şimden geri benim hükmüm yürümez
Azil oldum güzellere beğ iken
Karac'oğlan der ki bakın geline
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş biz burada yoğ iken
NAZLI YÂRDAN GELDİ BANA BİR NAME
Nazlı yârdan geldi bana bir name
Eğer doğru ise kırdı belimi
Dediler ki yarini yad iller almış
Kadir Mevlam nasib eyle ölümü
Bülbüle söyleyin gülüne konsun
Beni yârdan eden Allah'tan bulsun
Sabreyle sevdiğim ilkbahar olsun
Terkedeyim vatanımı ilimi
Ak yâri gördükçe ağladım coştum
Al elinden dolu badeler içtim
Kötüler sandı ki ben yârdan geçtim
Ölmeyince çeker miyim elimi
Karac'oğlan derki konmadan göçmem
Her olur olmaza sırrımı açmam
Kötüler köprü olsa üstünden geçmem
Taşık suya uğradırım yolumu
DELİ GÖNÜL
Deli gonul gezer gezer gelirsin
Arı gibi her çicekten alırsın
Nerde güzel görsen orda kalırsın
Ben senin derdini çekemem gönül
Santur mu istersin saz mı istersin
Ördek mi istersin kaz mı istersin
Tomurcuk memeli kız mı istersin
Ben senin derdini çekemem gönül
Çıkıp yücelere bakmak istersin
Coşkun sular gibi akmak istersin
Her güzelle yatıp kalkmak istersin
Ben senin derdini çekemem gönül
Karac'oğlan der ki okuyam yazam
Keleş değilim ki kervanlar bozam
Giyinem kuşanam bir hosça gezem
Ben senin derdini çekemem gönül
GEL
Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz
Gayri dünya bana aralandı gel
Derildi defterim artsız arasız
Üst üste dizildi sıralandı gel
Yâri görse idim haftada ayda
Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda
Azrail göğsümde canım hay hayda
Ciğerimin başı yaralandı gel
Karac'oğlan der ki başa yazıldı
Gözüm yaşı ceyhun oldu süzüldü
Kefenim biçildi, kabrim kazıldı
Mezarımın üstü karalandı gel
CAN VERMEYE DERMANIM MI VAR
Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eder
Benim can vermeye dermanım mı var
Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-u mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yuklu kervanım mı var
Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlam noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var
Karac'oğlan der ki, ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hakk'tan özge sevdiğim mi var
BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK BİR ÖLÜM
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret kodun beni kavim kardaşa
Sebep gözden akan bu kanlı yaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
YÜRÜ BİRE YALAN DÜNYA
Yürü bire yalan dünya
Sana konan göçer bir gün
İnsan bir ekine misal
Seni eken biçer bir gün
Ağalar içmesi hoştur
O da züğürtlere güçtür
Can kafeste duran kuştur
Elbet uçar gider bir gün
Aşıklar der ki n'olacak
Bu dünya mamur olacak
Haleb'i Osmanlı alacak
Dağı taşa katar bir gün
Yerimi serin bucağa
Suyumu koyun ocağa
Kafamı alin kucağa
Garip anam ağlar bir gün
Yer yüzünde yeşil yaprak
Yer altında kefen yırtmak
Yastığımız kara toprak
O da bizi atar bir gün
Bindirirler cansız ata
İndirirler tuta tuta
Var dünyadan yol ahrete
Yelgin gider salın bir gün
Karac'oğlan der nasıma
Çok işler gelir başıma
Mezarımın baş taşına
Baykuş konar öter bir gün
AŞAM DEDİM KARLI DAĞIN BAŞINDAN
Aşam dedim, karlı dağlar başından
Yüce dağlar koç yiğide dağ m'olur
Ağrır bedenim, sızlar yaralarım
Bu yarayı çeken yiğit sağ m'olur
Sıra sıra dikemedim söğüdü
Ben başıma veremedim öğüdü
Elleri göğsünde görün yiğidi
Yiğit mağrur gezmek ile bey m'olur
Ögüt versen, bana öğüt kâr etmez
O yârin hayali karşımdan gitmez
Kementle bağlasam, kolun bağ tutmaz
Yârin zülüfünden özge bağ m'olur
Karac'oğlan der ki, fani dünyadan
Korkmaz mısın haram ile zinadan
Ayırır seni anan babandan
Gurbet ile düşen yiğit sağ m'olur
ALA GÖZLERİNİ SEVDİĞİM DİLBER
Ala gözlerini sevdiğim dilber
Göster cemalini görmeye geldim
Şeftalini derde derman dediler
Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim
Gündüz hayallerim gece düşlerim
Uyandıkça ağlamaya başlarım
Sevdiğim üstünde uçan kuşların
Tutup kanatların kırmaya geldim
Senin aşkların gülmez dediler
Ağlayıp yaşını silmez dediler
Seni bir kez saran ölmez dediler
Gerçek mi efendim sormaya geldim
Senin işin yiyip içmek dediler
Yaren ile konup göçmek dediler
Göğsün cennet koynun uçmak dediler
Hak nasip ederse görmeye geldim
Mail oldum senin ince beline
Canım kurban olsun tatlı diline
Aşık olup senin hüsnün bağına
Kırmızı güllerin dermeye geldim
Karac'oğlan der ki işin doğrusu
Gokte melek yerde huma yavrusu
Söyleyim ben sana sözün doğrusu
Soyunup koynuna girmeye geldim
YEŞİL BAŞLI GÖVEL ÖRDEK
Yeşil başlı gövel ördek
Uçar gider göle karşı
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider yâre karşı
Telli turnam sökün gelir
İnci mercan yükün gelir
Elvan elvan kokun gelir
Yâr oturmuş yele karşı
Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yâre gizli sözlerim var
Diyemiyom ele karşı
Hani Karac'oğlan hani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı
VAR GİT ÖLÜM
Ölüm ardıma düşüp de yorulma
Var git ölüm bir zaman da gene gel
Akıbet alırsın komazsın beni
Var git ölüm bir zaman da gene gel
Şöyle bir vakitler yiyip içerken
Yiyip içip yaylalarda gezerken
Gene mi geldin ben senden kaçarken
Var git ölüm bir zaman gene gel
Çıkıp boz kurtlayın ulaşamadım
Yalan dünya sana çıkışamadım
Eşimle dostumla buluşamadım
Var git ölüm bir zaman da gene gel
Karac'oğlan der ki derdim pek beter
Bahçede bülbüller şakıyıp öter
Anayı atayı dün aldın yeter
Var git ölüm bir zaman gene gel
KADİR MEVLAM SENDEN BİR DİLEĞİM VAR
Kadir Mevlam senden bir dileğim var
Muhannes kuluna muhtaç eyleme
Cennet-i alâyı nasib et bana
Sırat köprüsünden yolum bağlama
Kapımıza kara deve çökünce
Fırtınasi şol alemi yıkınca
Cehenneme kul seçilip çıkınca
Kadir Mevlam o kullardan eyleme
Kadir Mevlam ateş atma özüme
Dünya malı görünmüyor gözüme
Kadir Mevlam sen bak benim yüzüme
Cehennemin ateşiyle dağlama
Karac'oğlan hata çıkmaz dilimden
Kocadım da hayır gelmez elimden
Kadir Mevlam asla geçmez kulundan
Deli gönül ah çekip de ağlama
ELİF
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif'in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi bağrıma batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac'oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
Edebiyat Sohbetleri
Ömer Salman
09.03.2010
1606?-1679/1689?)
Toroslar ve Gâvurağı yöresinde yaşayan göçebe Türkmenlerinden olduğu tahmin edilir. Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmiyor. Bu tarihler bazı türkülerinden ve rivayetlerden yola çıkarak tahmin edilmiştir. Mezarı Mut ilçesinin Çukur köyünde olduğu ileri sürülür. Onun hakkında ileri sürülen bütün bilgiler tahminden öte değildir. Hiçbirisi kesinlik bildirmez.
Şiirlerinde her şeyi anlatmıştır. Acılar, sevinçler; hayat, tabiat ve en önemlisi aşk. Karacaoğlan güzel olan her şeye âşıktır. Dünyanın zevklerine, güzelliklerine bağlı bir şairdir…
17'nci yüzyılda yaşadığı sanılıyor. Göçebe Türkmen obalarında yetişti. Asıl adının İsmail, Halil ya da Hasan olduğu yolunda görüşler var. Hatta aynı mahlasla şiirler yazmış birçok Karacaoğlan'ın varlığı bile savunuluyor. Ahmet Kutsi Tecer ve Şükrü Elçin'in araştırmaları, yaşamının büyük bölümünü Rumeli'nde geçiren ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avusturya seferine katılan bir Karacaoğlan'ın varlığını ortaya koyar. Fuad Köprülü ve Cahit Öztelli gibi araştırmacılar da, 17'nci yüzyılda yaşadığını savunuyor. Bu araştırmacılara göre Karacaoğlan, şiirlerinde Abaza Hasan paşa'nın öldürülmesi, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın Avusturya seferi gibi bu döneme ait tarihsel olaylardan sözeder.
Karacaoğlan'ın şiiri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Şiirlerinde sıkça adları geçen Elif, Zeynep ve İsmikan adlı kadınların sevgilileri olduğu sanılıyor. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa benzetmelerini sık sık kullanır. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Şiirlerini ilk kez Nüzhet Ergun derleyip yayınladı. Cahit Öztelli'nin Karacaoğlan-Bütün Şiirleri adlı derlemesi de önemli Karacaoğlan araştırmalarından. Birçok şiiri bestelendi.
ALA GÖZLÜM BEN BU İLDEN GİDERSEM
Ala gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melil melil
Yeğin ey sevdiğim sen seni düzet
Karayi bağla da beyazı çöz at
Doldur ver badeyi bir daha uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil
Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yar melil melil
Karac'oğlan der ki olup ölünce
Bende güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ele vasıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil
VİRAN OLDUM MOR SÜMBÜLLÜ BAĞ İKEN
şu yalan dünyaya geldim geleli
Tas tas içtim ağulari sağ iken
Kahpe felek vermez benim muradım
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken
Aradılar bir tenhada buldular
Yaslandılar şıvgalarım kırdılar
Yaz bahar ayında bir od verdiler
Yandım gittim alkarlı dağ iken
Farımaz da deli gönlüm farımaz
Akar gözlerimin yaşı kurumaz
Şimden geri benim hükmüm yürümez
Azil oldum güzellere beğ iken
Karac'oğlan der ki bakın geline
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş biz burada yoğ iken
NAZLI YÂRDAN GELDİ BANA BİR NAME
Nazlı yârdan geldi bana bir name
Eğer doğru ise kırdı belimi
Dediler ki yarini yad iller almış
Kadir Mevlam nasib eyle ölümü
Bülbüle söyleyin gülüne konsun
Beni yârdan eden Allah'tan bulsun
Sabreyle sevdiğim ilkbahar olsun
Terkedeyim vatanımı ilimi
Ak yâri gördükçe ağladım coştum
Al elinden dolu badeler içtim
Kötüler sandı ki ben yârdan geçtim
Ölmeyince çeker miyim elimi
Karac'oğlan derki konmadan göçmem
Her olur olmaza sırrımı açmam
Kötüler köprü olsa üstünden geçmem
Taşık suya uğradırım yolumu
DELİ GÖNÜL
Deli gonul gezer gezer gelirsin
Arı gibi her çicekten alırsın
Nerde güzel görsen orda kalırsın
Ben senin derdini çekemem gönül
Santur mu istersin saz mı istersin
Ördek mi istersin kaz mı istersin
Tomurcuk memeli kız mı istersin
Ben senin derdini çekemem gönül
Çıkıp yücelere bakmak istersin
Coşkun sular gibi akmak istersin
Her güzelle yatıp kalkmak istersin
Ben senin derdini çekemem gönül
Karac'oğlan der ki okuyam yazam
Keleş değilim ki kervanlar bozam
Giyinem kuşanam bir hosça gezem
Ben senin derdini çekemem gönül
GEL
Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz
Gayri dünya bana aralandı gel
Derildi defterim artsız arasız
Üst üste dizildi sıralandı gel
Yâri görse idim haftada ayda
Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda
Azrail göğsümde canım hay hayda
Ciğerimin başı yaralandı gel
Karac'oğlan der ki başa yazıldı
Gözüm yaşı ceyhun oldu süzüldü
Kefenim biçildi, kabrim kazıldı
Mezarımın üstü karalandı gel
CAN VERMEYE DERMANIM MI VAR
Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eder
Benim can vermeye dermanım mı var
Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-u mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yuklu kervanım mı var
Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlam noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var
Karac'oğlan der ki, ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hakk'tan özge sevdiğim mi var
BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK BİR ÖLÜM
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret kodun beni kavim kardaşa
Sebep gözden akan bu kanlı yaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
YÜRÜ BİRE YALAN DÜNYA
Yürü bire yalan dünya
Sana konan göçer bir gün
İnsan bir ekine misal
Seni eken biçer bir gün
Ağalar içmesi hoştur
O da züğürtlere güçtür
Can kafeste duran kuştur
Elbet uçar gider bir gün
Aşıklar der ki n'olacak
Bu dünya mamur olacak
Haleb'i Osmanlı alacak
Dağı taşa katar bir gün
Yerimi serin bucağa
Suyumu koyun ocağa
Kafamı alin kucağa
Garip anam ağlar bir gün
Yer yüzünde yeşil yaprak
Yer altında kefen yırtmak
Yastığımız kara toprak
O da bizi atar bir gün
Bindirirler cansız ata
İndirirler tuta tuta
Var dünyadan yol ahrete
Yelgin gider salın bir gün
Karac'oğlan der nasıma
Çok işler gelir başıma
Mezarımın baş taşına
Baykuş konar öter bir gün
AŞAM DEDİM KARLI DAĞIN BAŞINDAN
Aşam dedim, karlı dağlar başından
Yüce dağlar koç yiğide dağ m'olur
Ağrır bedenim, sızlar yaralarım
Bu yarayı çeken yiğit sağ m'olur
Sıra sıra dikemedim söğüdü
Ben başıma veremedim öğüdü
Elleri göğsünde görün yiğidi
Yiğit mağrur gezmek ile bey m'olur
Ögüt versen, bana öğüt kâr etmez
O yârin hayali karşımdan gitmez
Kementle bağlasam, kolun bağ tutmaz
Yârin zülüfünden özge bağ m'olur
Karac'oğlan der ki, fani dünyadan
Korkmaz mısın haram ile zinadan
Ayırır seni anan babandan
Gurbet ile düşen yiğit sağ m'olur
ALA GÖZLERİNİ SEVDİĞİM DİLBER
Ala gözlerini sevdiğim dilber
Göster cemalini görmeye geldim
Şeftalini derde derman dediler
Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim
Gündüz hayallerim gece düşlerim
Uyandıkça ağlamaya başlarım
Sevdiğim üstünde uçan kuşların
Tutup kanatların kırmaya geldim
Senin aşkların gülmez dediler
Ağlayıp yaşını silmez dediler
Seni bir kez saran ölmez dediler
Gerçek mi efendim sormaya geldim
Senin işin yiyip içmek dediler
Yaren ile konup göçmek dediler
Göğsün cennet koynun uçmak dediler
Hak nasip ederse görmeye geldim
Mail oldum senin ince beline
Canım kurban olsun tatlı diline
Aşık olup senin hüsnün bağına
Kırmızı güllerin dermeye geldim
Karac'oğlan der ki işin doğrusu
Gokte melek yerde huma yavrusu
Söyleyim ben sana sözün doğrusu
Soyunup koynuna girmeye geldim
YEŞİL BAŞLI GÖVEL ÖRDEK
Yeşil başlı gövel ördek
Uçar gider göle karşı
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider yâre karşı
Telli turnam sökün gelir
İnci mercan yükün gelir
Elvan elvan kokun gelir
Yâr oturmuş yele karşı
Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yâre gizli sözlerim var
Diyemiyom ele karşı
Hani Karac'oğlan hani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı
VAR GİT ÖLÜM
Ölüm ardıma düşüp de yorulma
Var git ölüm bir zaman da gene gel
Akıbet alırsın komazsın beni
Var git ölüm bir zaman da gene gel
Şöyle bir vakitler yiyip içerken
Yiyip içip yaylalarda gezerken
Gene mi geldin ben senden kaçarken
Var git ölüm bir zaman gene gel
Çıkıp boz kurtlayın ulaşamadım
Yalan dünya sana çıkışamadım
Eşimle dostumla buluşamadım
Var git ölüm bir zaman da gene gel
Karac'oğlan der ki derdim pek beter
Bahçede bülbüller şakıyıp öter
Anayı atayı dün aldın yeter
Var git ölüm bir zaman gene gel
KADİR MEVLAM SENDEN BİR DİLEĞİM VAR
Kadir Mevlam senden bir dileğim var
Muhannes kuluna muhtaç eyleme
Cennet-i alâyı nasib et bana
Sırat köprüsünden yolum bağlama
Kapımıza kara deve çökünce
Fırtınasi şol alemi yıkınca
Cehenneme kul seçilip çıkınca
Kadir Mevlam o kullardan eyleme
Kadir Mevlam ateş atma özüme
Dünya malı görünmüyor gözüme
Kadir Mevlam sen bak benim yüzüme
Cehennemin ateşiyle dağlama
Karac'oğlan hata çıkmaz dilimden
Kocadım da hayır gelmez elimden
Kadir Mevlam asla geçmez kulundan
Deli gönül ah çekip de ağlama
ELİF
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif'in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi bağrıma batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac'oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
Edebiyat Sohbetleri
Ömer Salman
09.03.2010
KADIN DÎVAN ŞAİRELERİ
DÎVÂN ŞÂİRELERİ
Zeyneb Hâtun ö.1474, Mihrî Hâtun ö.1512’den sonra, Tûtî Kadın Sultan Süleyman Devri,Ayşe Hubbî Kadın ö.1590,Emetullâh Sıdkî Hâtun ö.1703, Ânî Fâtma Hâtun ö.1710, Fitnat Hanım ö.1780,Safvet Nesîbe Hanım ö.1837, Nesîbâ Tevfîka Hanım ö.1844, Leylâ Hanım ö.1847, Şeref Hanım 1809- 1860, Sırrî Râhile Hanım 1814-1877,Hatîce Nakîye Hanım 1846-1898, Seher Hanım 1893’ten sonra, Bahârzâde Ferîde Hanım 1837-1903, Habîbe Hanım 1845-1890, Fâtma Servet Hanım 1890’dan sonra, Hazînedârzâde Fitnat Hanım 18421909,İffet Hanım, 1854-1912,Fâtıma Nigâr Hanım 1856-1918, Cemîle Hanım 1893’ten sonra…
ÂNÎ(FÂTMA HÂTUN) 1710
16.Hoca Saadeddin Efendi’nin soyundan imiş. Emir Ağa isimli birisiyle evlenmiş. Dîvânı olduğu söylense de şiir kitabına rastlanmamıştır.
Hayâl-i ârızınla dîde sahn-ı gülsitânımdır
Açılmış şerhalar sînemde nahl-i erguvânımdır
Ümîd-i vuslatın ey kaşları yâ sîneden geçmez
Hayâl-i tîr-i gamın Âniyâ hâtır-nişânımdır ÂNÎ
EMETULLÂH(SIDKÎ)
Dördüncü Mehmed zamânının ulemâsından Kâmetî-zâde Kazasker Mehmed Efendi’nin kızıdır. Sıdkî mahlasıyla şiirler yazmıştır.
Kâmetî-zâde dirîğ eyleyicek ‘azm-i cinân
Ağladı anun içün mâtem idüb ins ile cân
Didi târîh-i vefâtını kızı Sıdkî anun
Kâmetî-zâde’ye a’lâyı İrem ola mekân 1089/ 1678
Hafta geçmez kûyına mihmân iden sensin beni
Belki her şeb subha dek nâlân iden sensin beni
Dest-i tedbîrünle çâk olsun mu dâmân-ı firâk
Âfitâb-ı hüsnüne hayrân iden sensin beni
HABÎBE HANIM
Hersekli Ali Paşa’nın kızıdır. 1845 senesinde Hersek’ te doğduktan sonra İstanbul’a gelmiş. Kâtiplik yapan Mehmed Efendi isimli bir kişi ile evlenmiş. Dîvân tertîb etmeyi başarmıştır. Bu beyitler onundur:
Ciğerde tîg-i gamzen zahmı varken atma peykânın
Yeter ey kaşı yay artık yeter depretme müjgânın
Habîbe bî-devâ derdden halâs olmak da müşkildir
Ümîd etmez esîr-i derd olanlar gayrı dermânın
ZEYNEB HANIM
Fâtih Sultan Mehmet zamanında yaşamıştır. Kastamonulu bir sanakârın ya da Amasyalı bir kadı’nın kızı olduğuna dâir rivayetler vardır. Tertîb ettiği dîvânını Sultan Fâtih’e takdîm etmiştir. Bu beyitler onun ne kadar iyi bir şair olduğunu gösterir niteliktedir:
Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım
Efendim dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyetdir ZEYNEB HANIM
Şehâ bu sûret-i zîbâ sana Hak’dan inâyetdür
Sanırsın Sûre-i Yûsuf cemâlünden bir âyetdür ZEYNEB HANIM
SIRRÎ HANIM
Diyarbekir’de doğmuş. Tahsîlinden sonra Arapça, Acem, Türk lisanlarına hâkim olduktan sonra şiire heves etmiştir. Kendileri tarikatlere mensup bir dervişe olarak Bağdat’ta mezarı olan evliyâları ziyaret etmek için oraya gittiği meşhurdur. Bu seyâhatden sonra Diyarbekir’e oradan da İstanbul’a geçmiştir. Kâmil Paşa ile evlenmiştir. Şiirleri hoştur.
Bahârın rûz-ı nevrûzun duyup şâd olsa hep güller
Dürüp gîsûların tebrîke gelse bâğa sünbüller SIRRÎ HANIM
Benim gönlüm kızıl gül goncası-veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa SIRRÎ HANIM
ŞEREF HANIM
Şâir bilim adamlarından kütüphane sahibi Şeyhülislâm Âşir Efendi neslinden Nebîl Bey merhûmun kızıdır. 1242(1826) senesinde tevellüt etmiştir. Kendisinden önceki kadın şairlerden çok daha fazla şiir söylemiş ve matbu olan dîvânında yazıldığına göre kitabının sayfaları bilhassa münâcât ve kasîdeleri ile süslenmiştir.
Yâ İlâhî değilim müstahak ihsân eyle
Kerem ü lûtfunu hakkımda firâvân eyle
Na’t ü mersiye münâcât ü sitâyişlerimi
Sebeb-i mağfiret et zîver-i dîvân eyle
Anlayım nîk ü bedi hayr u şeri bi’l-cümle
Bildirüp ilm-i ledün sırrını irfân eyle
Cümle erbâb-ı kemâlin nazarından dilerim
Ne kadar var ise noksânımı pinhân eyle
Vezn ü ma’nâdan eğer olsa da ârî Şeref’în
Şi’rini mühtahab-ı Hazret-i Hassân eyle
SAFVET HANIM
Beğlikçi Muhib Efendi’nin kızı ve Mevlevi ilim adamlarından Rif’at Bey adında bir zâtın eşidir. 1837 senesinde vefât etmiştir.
Düşme derdim dahi bir derde gönül âh sana
Yine düşdün yeni bir derde kim eyvâh sana
Bağlayub zülfü ile bu gece muhkem tutdum
Eski dîvâne dedi ey gönül ol mâh sana
Nice bir râh-ı mecâza gideceksin yâ hû
Bildire doğru yolu Hazret-i Allâh sana
Dün görüp hâl-i diğer-gûnumu itdin insâf
Gâlibâ etmiş eser âh-ı seher-gâh sana
Safvetâ râz-ı dilin kimseye izhâr etme
Gün olur yardım eder bir dil-i âgâh sana
TÛTÎ HANIM
Kânûnî Sultân Süleyman zamânında güzel şiirleriyle meşhur olmuş bir şâiredir. Sultan Süleyman Bâkî ile nikâhlarını uygun görmüştür. Nikâhtan sonra Tûtî Hanım, Bâkî’nin kendinden şikâyetçi olduğunu duyunca irticâlen şu beyiti söylemiştir:
Bağteten olmuş iken Tûtî gurâb’a hem-nişîn
Yine şekvâyı gurâb eyler garâbet bundadır TÛTÎ HANIM
Zeyneb Hâtun ö.1474, Mihrî Hâtun ö.1512’den sonra, Tûtî Kadın Sultan Süleyman Devri,Ayşe Hubbî Kadın ö.1590,Emetullâh Sıdkî Hâtun ö.1703, Ânî Fâtma Hâtun ö.1710, Fitnat Hanım ö.1780,Safvet Nesîbe Hanım ö.1837, Nesîbâ Tevfîka Hanım ö.1844, Leylâ Hanım ö.1847, Şeref Hanım 1809- 1860, Sırrî Râhile Hanım 1814-1877,Hatîce Nakîye Hanım 1846-1898, Seher Hanım 1893’ten sonra, Bahârzâde Ferîde Hanım 1837-1903, Habîbe Hanım 1845-1890, Fâtma Servet Hanım 1890’dan sonra, Hazînedârzâde Fitnat Hanım 18421909,İffet Hanım, 1854-1912,Fâtıma Nigâr Hanım 1856-1918, Cemîle Hanım 1893’ten sonra…
ÂNÎ(FÂTMA HÂTUN) 1710
16.Hoca Saadeddin Efendi’nin soyundan imiş. Emir Ağa isimli birisiyle evlenmiş. Dîvânı olduğu söylense de şiir kitabına rastlanmamıştır.
Hayâl-i ârızınla dîde sahn-ı gülsitânımdır
Açılmış şerhalar sînemde nahl-i erguvânımdır
Ümîd-i vuslatın ey kaşları yâ sîneden geçmez
Hayâl-i tîr-i gamın Âniyâ hâtır-nişânımdır ÂNÎ
EMETULLÂH(SIDKÎ)
Dördüncü Mehmed zamânının ulemâsından Kâmetî-zâde Kazasker Mehmed Efendi’nin kızıdır. Sıdkî mahlasıyla şiirler yazmıştır.
Kâmetî-zâde dirîğ eyleyicek ‘azm-i cinân
Ağladı anun içün mâtem idüb ins ile cân
Didi târîh-i vefâtını kızı Sıdkî anun
Kâmetî-zâde’ye a’lâyı İrem ola mekân 1089/ 1678
Hafta geçmez kûyına mihmân iden sensin beni
Belki her şeb subha dek nâlân iden sensin beni
Dest-i tedbîrünle çâk olsun mu dâmân-ı firâk
Âfitâb-ı hüsnüne hayrân iden sensin beni
HABÎBE HANIM
Hersekli Ali Paşa’nın kızıdır. 1845 senesinde Hersek’ te doğduktan sonra İstanbul’a gelmiş. Kâtiplik yapan Mehmed Efendi isimli bir kişi ile evlenmiş. Dîvân tertîb etmeyi başarmıştır. Bu beyitler onundur:
Ciğerde tîg-i gamzen zahmı varken atma peykânın
Yeter ey kaşı yay artık yeter depretme müjgânın
Habîbe bî-devâ derdden halâs olmak da müşkildir
Ümîd etmez esîr-i derd olanlar gayrı dermânın
ZEYNEB HANIM
Fâtih Sultan Mehmet zamanında yaşamıştır. Kastamonulu bir sanakârın ya da Amasyalı bir kadı’nın kızı olduğuna dâir rivayetler vardır. Tertîb ettiği dîvânını Sultan Fâtih’e takdîm etmiştir. Bu beyitler onun ne kadar iyi bir şair olduğunu gösterir niteliktedir:
Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım
Efendim dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyetdir ZEYNEB HANIM
Şehâ bu sûret-i zîbâ sana Hak’dan inâyetdür
Sanırsın Sûre-i Yûsuf cemâlünden bir âyetdür ZEYNEB HANIM
SIRRÎ HANIM
Diyarbekir’de doğmuş. Tahsîlinden sonra Arapça, Acem, Türk lisanlarına hâkim olduktan sonra şiire heves etmiştir. Kendileri tarikatlere mensup bir dervişe olarak Bağdat’ta mezarı olan evliyâları ziyaret etmek için oraya gittiği meşhurdur. Bu seyâhatden sonra Diyarbekir’e oradan da İstanbul’a geçmiştir. Kâmil Paşa ile evlenmiştir. Şiirleri hoştur.
Bahârın rûz-ı nevrûzun duyup şâd olsa hep güller
Dürüp gîsûların tebrîke gelse bâğa sünbüller SIRRÎ HANIM
Benim gönlüm kızıl gül goncası-veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa SIRRÎ HANIM
ŞEREF HANIM
Şâir bilim adamlarından kütüphane sahibi Şeyhülislâm Âşir Efendi neslinden Nebîl Bey merhûmun kızıdır. 1242(1826) senesinde tevellüt etmiştir. Kendisinden önceki kadın şairlerden çok daha fazla şiir söylemiş ve matbu olan dîvânında yazıldığına göre kitabının sayfaları bilhassa münâcât ve kasîdeleri ile süslenmiştir.
Yâ İlâhî değilim müstahak ihsân eyle
Kerem ü lûtfunu hakkımda firâvân eyle
Na’t ü mersiye münâcât ü sitâyişlerimi
Sebeb-i mağfiret et zîver-i dîvân eyle
Anlayım nîk ü bedi hayr u şeri bi’l-cümle
Bildirüp ilm-i ledün sırrını irfân eyle
Cümle erbâb-ı kemâlin nazarından dilerim
Ne kadar var ise noksânımı pinhân eyle
Vezn ü ma’nâdan eğer olsa da ârî Şeref’în
Şi’rini mühtahab-ı Hazret-i Hassân eyle
SAFVET HANIM
Beğlikçi Muhib Efendi’nin kızı ve Mevlevi ilim adamlarından Rif’at Bey adında bir zâtın eşidir. 1837 senesinde vefât etmiştir.
Düşme derdim dahi bir derde gönül âh sana
Yine düşdün yeni bir derde kim eyvâh sana
Bağlayub zülfü ile bu gece muhkem tutdum
Eski dîvâne dedi ey gönül ol mâh sana
Nice bir râh-ı mecâza gideceksin yâ hû
Bildire doğru yolu Hazret-i Allâh sana
Dün görüp hâl-i diğer-gûnumu itdin insâf
Gâlibâ etmiş eser âh-ı seher-gâh sana
Safvetâ râz-ı dilin kimseye izhâr etme
Gün olur yardım eder bir dil-i âgâh sana
TÛTÎ HANIM
Kânûnî Sultân Süleyman zamânında güzel şiirleriyle meşhur olmuş bir şâiredir. Sultan Süleyman Bâkî ile nikâhlarını uygun görmüştür. Nikâhtan sonra Tûtî Hanım, Bâkî’nin kendinden şikâyetçi olduğunu duyunca irticâlen şu beyiti söylemiştir:
Bağteten olmuş iken Tûtî gurâb’a hem-nişîn
Yine şekvâyı gurâb eyler garâbet bundadır TÛTÎ HANIM
HALK ŞİİRİNDE TAŞLAMA
Sana bir destan söyliyem
Şaşasın Seyyit Efendi
İntizâr bilmem ki diyem
Şişesin Seyyit Efendi
Uçtun özeni özeni
Bana ettin bu düzeni
Mekânın katran kazanı
Eşesin Seyyit Efendi
Babanı saymam sayıya
Seni benzettim ayıya
Kendi eştiğin kuyuya
Düşesin Seyyit Efendi
Ruhsâtî’ye emin kuldun
Bir kaz buldun iyi yoldun
Şeytanlıkta bir sen kaldın
Yaşasın Seyyit Efendi
RUHSÂTÎ
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda seyrân beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selâm vermek için insan beğenmez
Âlemi ta’n eder yanına varsan
Seni de yanıltır mesele sorsan
Bir cim bile çıkmaz karnını yarsan
Meclise gelir de erkân beğenmez
Her çeşit insandan birkaç eşi var
Mektepten koğulmuş günah işi var
Rabbiyesirinde dört yanlışı var
Tahsil etmek için irfân beğenmez
Yayladan yaylaya konup göçer de
Arpayı buğdayı ekip biçer de
Mısır yaprağını kıyıp içer de
Tütünü bulunca duman beğenmez
Bir odası vardır gayet küçücek
Kendi aklı sıra keyf yetirecek
Bir çanağı yoktur ayran içecek
Kahveyi bulunca fincan beğenmez
Seyrânî söyledi bu doğru sözü
Haddeden çekilmiş doğrudur özü
Şehre gelin gitse bir köylü kızı
La’l ü Güher ister mercan beğenmez
SEYRÂNÎ
GAZETECİ
Aman gazeteci gel bizim köye
Bizden olan türlü hâlleri de yaz
Yalnız saçlıyı başlıyı değil
Uyuzu koturu kelleri de yaz
Tütmez oldu köyümüzün bacası
Ne gündüzü belli ne de gecesi
Dokuz yıldır Alamanya’da kocası
Çoluklu çocuklu dulları da yaz
Zannetme ki bütün millet bütündür
Bilmez misin bir tarafı yetimdir
Senin için şark hizmeti çetindir
Uzaktan görünen illeri de yaz
Vallahi Doğu’da yaşamak hata
Bir köyde bir ağa biniyor ata
Bir baş kırar on bin verir avkata
İfadeden âciz dilleri de yaz
Benim neme lâzım koskoca ırmak
Çünkü taksimimde var susuz durmak
Senin bahsettiğin ojeli parmak
İçi nasırlaşmış elleri de yaz
Bir de tenezzül et bizim köyde yat
Gel sor soruştur derdimiz kat kat
Taş koyulmamış Kars’a bir göz at
Ardahan’a gitmez yolları da yaz
Reyhânî’yim ne karalı yazım var
Ben insanım birçok şeyde arzum var
Ne yazık ki bir kırılmış sazım var
Üstünde yaslanmış telleri de yaz
REYHÂNÎ
OLUR MU
Yüzüne vururlar aybını elin
Hiç kendi suçunu gören olur mu
Kabahat kız olsa etseler gelin
Acaba gerdeğe giren olur mu
Şimdi mal devridir böyleydi de dün
Kürk yoksa itibar olmaz düğünde
Câhilin Kârun’a döndüğü günde
İlimle göğsünü geren olur mu
Kaide değişti sabreden derviş
Murada ermeden bir gün gebermiş
Aslanın ağzına et atmaktır iş
Lokmayı kolayca veren olur mu
Bu hasis devirde yetmişlik ninem
Diyor ki altınla süslensin sinem
Mahşerde maaşlı olsa cehennem
Atını cennete süren olur mu
Kimsesiz kaldıysan sunulur payın
Bilinmez gününde çıkmaz bir ayın
Arkada dağ gibi durursa dayın
Atlatan ipe un seren olur mu
Erbâb-ı himmetle başla temasa
Aş dolar önünde boş duran tasa
Tavsiye mektubu hiç yazılmazsa
Dünyada murada eren olur mu
Bak harbin attığı şu düşeş zara
Dünyanın rahatı geldi nazara
Ve sulhun ipliği çıktı pazara
Bu hızlı gidişe firen olur mu
Ey Necdet bahtına temmet çekili
Gönlünde her zevkin taşı dikili
Sen artık gülmezsin sazlı içkili
Karacaahmet’te tören olur mu
NECDET RÜŞTÜ EFE
Eğer darılmazsan sorarım sana
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
İncinme kırılma gücenme bana
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
Hazine mi buldun banka mı soydun
Dağ mı yol mu kestin cana mı kıydın
Daha düne kadar dilmez toydun
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
İktisatçı isen ona sözüm yok
Doktor isen sormamıza lüzum yok
Vallahi billahi asla gözüm yok
Amma nerden aldın sen bu serveti
Vergi mi kaçırdın devlet babadan
İcazet mi aldın karaborsadan
Miras mı yedin yoksa anadan
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
İkimiz de fakir köyün çocuğu
Beraber giyerdik yırtık gocuğu
Yoksa sen mi yaptın beygir sucuğu
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
ÂŞIK DÂİMÎ
TERS ÖĞÜT DESTANI
Bir nasihatim var zamana uygun
Tut sözümü yattıkça yat uyanma
Meşhur bir kelamdır sen kazan sen ye
El için yok yere ateşe yanma
Her nere gidersen eyle talanı
Öyle yap ki ağlatasın güleni
Bir saatta söyle yüz bin yalanı
El bir doğru söz söylerse inanma
Ananın erine çağırma peder
Evvel ahır sana kötülük eder
Kemlik et elinden geldiği kadar
Sakın iylik edip düşman kazanma
Kime iyi desen darılır söğer
Merhamet zamanı değildir meğer
Yanında birini kesseler eğer
Bir hançer de sen vur sonra utanma
Cabadan bir kahve verme ahbaba
Evvel ahır seni verir kasaba
Paran çok var ise yatır şaraba
Olur olmaz sadakaya güvenme
Yüz verme saile sarma yakana
Bir tokat vur eğdir doğru bakana
Bir yudum su verme canı çıkana
Aklın topla sersem olma susanma
Üç parmak noksan ölç ölçersen kile
Tatlı söz konuşma bir kimse ile
Dört kuruşa sekiz kuruş et hile
Hilekârlık hoş sanattır usanma
Eğer ister isen efkâr görmemek
Asla gönül yapma çekme boş emek
Babanın hayrına verme bir ekmek
Aç kalıp da kapı kapı dilenme
Hediye namiyle bir şey gönderme
Adet edip hiç misafir kondurma
Komşun evi yanar iken söndürme
El kariyçin bir adım da uzanma
Bir yetim görünce döktür dişini
Bozmağa çabala halkın işini
Günde yüz adamın vur kır leşini
Bir yaralı sarmak için yeltenme
Kaynağın tut varsan suyun bendine
Zira herkes mesend ede fendine
Öz aklın yetişir kendi kendine
Eflatun da görsen aklın beğenme
Keyfin bozma altı için beş için
Korku çekme olur olmaz iş için
Canın feda eyle bir sarhoş için
Kuru sofuların sözüne kanma
Yanında saklama namus gayret ar
Bilcümle mekruhu eyle ihtiyar
Meyhane dibine seccadeyi ser
Safası olmıyan yerde dolanma
Hakikattır sözüm eylerim tefhim
Ne kimseden öğren ne eyle talim
Emaneti geri eyleme teslim
Öte beri geçin sakın evlenme
Huzuri neylersin dünya rif'atin
Kesme doğruluktan meyl ü rağbetin
Cenab-ı Mevlanın iste izzetin
Her şaşkın sözünü duyup bulanma
YUSUFELİLİ HUZÛRÎ
BEDDUA
Beni sevdiğimden eden
Sevdiğinden ayrılasın
Can candan ayrılır mı
İki gözden kör olasın
Bize fitne olan eller
Kurusun o diyen diller
Nazlı yâre vuran eller
Bileklerden kırılasın
Yaralı yorgun maralım
Allah’a ayandır hâlım
Bana zulüm eden zalım
Yarı yolda yorulasın
Ayakların taşa değe
Ettiklerin başa değe
Kurşunların koşa değe
Dizlerinden vurulasın
Ahı ahtır âşıkların
Hakkı haktır sâdıkların
Sürüne bağırsakların
Topraklara sarılasın
Sefil Hıfzî baktı fala
Çifte yarın eller ala
Cemdeğin kurtlara kala
Bölüm bölüm bölünesin
KAĞIZMANLI HIFZÎ
Eyvah fukaranın beli büküldü
Medet ticâretin gücüne kaldık
İyiler âlemden göçtü çekildi
Bizler zamânenin piçine kaldık
Rüşvet ile yazar hâkim hücceti
Hüccet ile alır kadı rüşveti
Halk bilmiyor dîni şer’i sünneti
Bozuldu sikkenin tuncuna kaldık
Sene bin iki yüz altmış beş tamam
Okunur ezanlar boş bekler imam
Seyrânî bu nutkun sonu vesselâm
İnanın dünyanın ucuna kaldık
SEYRÂNÎ
Eşeği saldım çayıra
Otlıya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da avradını
Münkir münâfıkın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını
Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeğe iğnesin
Verenin de avradını
Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Hizmetini bitirenin
İmamın da avradını
Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını
KAZAK ABDAL
Şaşasın Seyyit Efendi
İntizâr bilmem ki diyem
Şişesin Seyyit Efendi
Uçtun özeni özeni
Bana ettin bu düzeni
Mekânın katran kazanı
Eşesin Seyyit Efendi
Babanı saymam sayıya
Seni benzettim ayıya
Kendi eştiğin kuyuya
Düşesin Seyyit Efendi
Ruhsâtî’ye emin kuldun
Bir kaz buldun iyi yoldun
Şeytanlıkta bir sen kaldın
Yaşasın Seyyit Efendi
RUHSÂTÎ
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda seyrân beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selâm vermek için insan beğenmez
Âlemi ta’n eder yanına varsan
Seni de yanıltır mesele sorsan
Bir cim bile çıkmaz karnını yarsan
Meclise gelir de erkân beğenmez
Her çeşit insandan birkaç eşi var
Mektepten koğulmuş günah işi var
Rabbiyesirinde dört yanlışı var
Tahsil etmek için irfân beğenmez
Yayladan yaylaya konup göçer de
Arpayı buğdayı ekip biçer de
Mısır yaprağını kıyıp içer de
Tütünü bulunca duman beğenmez
Bir odası vardır gayet küçücek
Kendi aklı sıra keyf yetirecek
Bir çanağı yoktur ayran içecek
Kahveyi bulunca fincan beğenmez
Seyrânî söyledi bu doğru sözü
Haddeden çekilmiş doğrudur özü
Şehre gelin gitse bir köylü kızı
La’l ü Güher ister mercan beğenmez
SEYRÂNÎ
GAZETECİ
Aman gazeteci gel bizim köye
Bizden olan türlü hâlleri de yaz
Yalnız saçlıyı başlıyı değil
Uyuzu koturu kelleri de yaz
Tütmez oldu köyümüzün bacası
Ne gündüzü belli ne de gecesi
Dokuz yıldır Alamanya’da kocası
Çoluklu çocuklu dulları da yaz
Zannetme ki bütün millet bütündür
Bilmez misin bir tarafı yetimdir
Senin için şark hizmeti çetindir
Uzaktan görünen illeri de yaz
Vallahi Doğu’da yaşamak hata
Bir köyde bir ağa biniyor ata
Bir baş kırar on bin verir avkata
İfadeden âciz dilleri de yaz
Benim neme lâzım koskoca ırmak
Çünkü taksimimde var susuz durmak
Senin bahsettiğin ojeli parmak
İçi nasırlaşmış elleri de yaz
Bir de tenezzül et bizim köyde yat
Gel sor soruştur derdimiz kat kat
Taş koyulmamış Kars’a bir göz at
Ardahan’a gitmez yolları da yaz
Reyhânî’yim ne karalı yazım var
Ben insanım birçok şeyde arzum var
Ne yazık ki bir kırılmış sazım var
Üstünde yaslanmış telleri de yaz
REYHÂNÎ
OLUR MU
Yüzüne vururlar aybını elin
Hiç kendi suçunu gören olur mu
Kabahat kız olsa etseler gelin
Acaba gerdeğe giren olur mu
Şimdi mal devridir böyleydi de dün
Kürk yoksa itibar olmaz düğünde
Câhilin Kârun’a döndüğü günde
İlimle göğsünü geren olur mu
Kaide değişti sabreden derviş
Murada ermeden bir gün gebermiş
Aslanın ağzına et atmaktır iş
Lokmayı kolayca veren olur mu
Bu hasis devirde yetmişlik ninem
Diyor ki altınla süslensin sinem
Mahşerde maaşlı olsa cehennem
Atını cennete süren olur mu
Kimsesiz kaldıysan sunulur payın
Bilinmez gününde çıkmaz bir ayın
Arkada dağ gibi durursa dayın
Atlatan ipe un seren olur mu
Erbâb-ı himmetle başla temasa
Aş dolar önünde boş duran tasa
Tavsiye mektubu hiç yazılmazsa
Dünyada murada eren olur mu
Bak harbin attığı şu düşeş zara
Dünyanın rahatı geldi nazara
Ve sulhun ipliği çıktı pazara
Bu hızlı gidişe firen olur mu
Ey Necdet bahtına temmet çekili
Gönlünde her zevkin taşı dikili
Sen artık gülmezsin sazlı içkili
Karacaahmet’te tören olur mu
NECDET RÜŞTÜ EFE
Eğer darılmazsan sorarım sana
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
İncinme kırılma gücenme bana
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
Hazine mi buldun banka mı soydun
Dağ mı yol mu kestin cana mı kıydın
Daha düne kadar dilmez toydun
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
İktisatçı isen ona sözüm yok
Doktor isen sormamıza lüzum yok
Vallahi billahi asla gözüm yok
Amma nerden aldın sen bu serveti
Vergi mi kaçırdın devlet babadan
İcazet mi aldın karaborsadan
Miras mı yedin yoksa anadan
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
İkimiz de fakir köyün çocuğu
Beraber giyerdik yırtık gocuğu
Yoksa sen mi yaptın beygir sucuğu
Gardaş nerden aldın sen bu serveti
ÂŞIK DÂİMÎ
TERS ÖĞÜT DESTANI
Bir nasihatim var zamana uygun
Tut sözümü yattıkça yat uyanma
Meşhur bir kelamdır sen kazan sen ye
El için yok yere ateşe yanma
Her nere gidersen eyle talanı
Öyle yap ki ağlatasın güleni
Bir saatta söyle yüz bin yalanı
El bir doğru söz söylerse inanma
Ananın erine çağırma peder
Evvel ahır sana kötülük eder
Kemlik et elinden geldiği kadar
Sakın iylik edip düşman kazanma
Kime iyi desen darılır söğer
Merhamet zamanı değildir meğer
Yanında birini kesseler eğer
Bir hançer de sen vur sonra utanma
Cabadan bir kahve verme ahbaba
Evvel ahır seni verir kasaba
Paran çok var ise yatır şaraba
Olur olmaz sadakaya güvenme
Yüz verme saile sarma yakana
Bir tokat vur eğdir doğru bakana
Bir yudum su verme canı çıkana
Aklın topla sersem olma susanma
Üç parmak noksan ölç ölçersen kile
Tatlı söz konuşma bir kimse ile
Dört kuruşa sekiz kuruş et hile
Hilekârlık hoş sanattır usanma
Eğer ister isen efkâr görmemek
Asla gönül yapma çekme boş emek
Babanın hayrına verme bir ekmek
Aç kalıp da kapı kapı dilenme
Hediye namiyle bir şey gönderme
Adet edip hiç misafir kondurma
Komşun evi yanar iken söndürme
El kariyçin bir adım da uzanma
Bir yetim görünce döktür dişini
Bozmağa çabala halkın işini
Günde yüz adamın vur kır leşini
Bir yaralı sarmak için yeltenme
Kaynağın tut varsan suyun bendine
Zira herkes mesend ede fendine
Öz aklın yetişir kendi kendine
Eflatun da görsen aklın beğenme
Keyfin bozma altı için beş için
Korku çekme olur olmaz iş için
Canın feda eyle bir sarhoş için
Kuru sofuların sözüne kanma
Yanında saklama namus gayret ar
Bilcümle mekruhu eyle ihtiyar
Meyhane dibine seccadeyi ser
Safası olmıyan yerde dolanma
Hakikattır sözüm eylerim tefhim
Ne kimseden öğren ne eyle talim
Emaneti geri eyleme teslim
Öte beri geçin sakın evlenme
Huzuri neylersin dünya rif'atin
Kesme doğruluktan meyl ü rağbetin
Cenab-ı Mevlanın iste izzetin
Her şaşkın sözünü duyup bulanma
YUSUFELİLİ HUZÛRÎ
BEDDUA
Beni sevdiğimden eden
Sevdiğinden ayrılasın
Can candan ayrılır mı
İki gözden kör olasın
Bize fitne olan eller
Kurusun o diyen diller
Nazlı yâre vuran eller
Bileklerden kırılasın
Yaralı yorgun maralım
Allah’a ayandır hâlım
Bana zulüm eden zalım
Yarı yolda yorulasın
Ayakların taşa değe
Ettiklerin başa değe
Kurşunların koşa değe
Dizlerinden vurulasın
Ahı ahtır âşıkların
Hakkı haktır sâdıkların
Sürüne bağırsakların
Topraklara sarılasın
Sefil Hıfzî baktı fala
Çifte yarın eller ala
Cemdeğin kurtlara kala
Bölüm bölüm bölünesin
KAĞIZMANLI HIFZÎ
Eyvah fukaranın beli büküldü
Medet ticâretin gücüne kaldık
İyiler âlemden göçtü çekildi
Bizler zamânenin piçine kaldık
Rüşvet ile yazar hâkim hücceti
Hüccet ile alır kadı rüşveti
Halk bilmiyor dîni şer’i sünneti
Bozuldu sikkenin tuncuna kaldık
Sene bin iki yüz altmış beş tamam
Okunur ezanlar boş bekler imam
Seyrânî bu nutkun sonu vesselâm
İnanın dünyanın ucuna kaldık
SEYRÂNÎ
Eşeği saldım çayıra
Otlıya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da avradını
Münkir münâfıkın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını
Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeğe iğnesin
Verenin de avradını
Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Hizmetini bitirenin
İmamın da avradını
Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını
KAZAK ABDAL
EDEP VE EDEBİYAT
Davutpaşa Lisesi Kültür Edebiyat Kulübü Edebiyat Sohbetleri
Edep ve Edebiyat
Edep Nedir?
TDK: Toplum töresine uygun davranma; İyi ahlak, incelik, terbiye.
Nişanyan: terbiye, incelik, düzgün davranış
Osmanlicaturkce.com: Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele
etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ.
Ekşi Sözlük:
- insanı insan yapan özellik
- bir patika yoldur ve herkes onu bulamaz.
- güzeli güzel yapan edeptir/edep ise güzeli sevmeye sebebtir
Edep, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, haya, nezaket, zarafet gibi manalara gelir.
-Edep, nefsini tanıyıp haddini bilmektir.
-Edep, kibri kırıp tavazuya sarılmaktır.
-Edep, hayalı ve vefalı olmaktır.
-Edep, pişman olunacak şeyleri yapmamaktır.
-Edep, güzel ahlâktır.Güzel ahlâk ise, içiyle dışıyla doğru olmak ve bu doğruluk üzere yaşamaktır. Buna denge ve istikamet denir.Dengeli olmak, devamlı aynı güzel hâli korumaktır. Acı tatlı bütün hallerde istikametini bozmayan, dost ve düşmana karşı dürüstlükten ayrılmayan kimse dengeli insandır. Denge, insandaki akıl seviyesini gösterir.
-Insanla hayvan arasindaki fark, edebdir
-Edeb, aklin disdan görünüsüdür
-Edebi edebsizden öğren
-Biz çok ilimden ziyâde çok edebe muhtâcız A.MÜBAREK
-Mârifet ehlinin ilk makamı edeptir. - Hacı Bektaş-i Veli
- Edep Ya Hu! - Türk atasözleri
-Şeref, edep iledir. Soy ile değildir.
Ehl-i irfan arasında aradım, kıldım taleb,
Her hüner makbul imiş, illâ edeb, illâ edeb LÂ-EDRÎ
Edebdir tac-ı Rabbânî, komazlar her başa ânı,
Olagör Gaybî ruhanî, edeb gözle, edeb gözle S. GAYBÎ
Ger cânuñ ala yâr eger kanuñı içe
Sabr eyle Ahmedî ki bu yolda budur edeb AHMEDÎ
Kabiliyet dâd-ı Hak'tır her kula olmaz nasip
Sad hezâr terbiye etsen bî-edeb olmaz edîb LÂ-EDRÎ
Çeşm-i insaf gibi âkile mizan olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz LÂ-EDRÎ
Edebtir kişinin daim libası
Edebsiz insan üryana benzer LÂ-EDRÎ
Hadd-i zâtında kim olmazsa edib
Feleğin sillesi eyler te’dib LÂ-EDRÎ
Edep bir tâç imiş Nûr-ı Hudâ'dan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan LÂ-EDRÎ
Edep ehl-i ilimden hâli olmaz
Edebsiz ilim okuyan âlim olmaz LÂ-EDRÎ
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır YUNUS EMRE
Ten-i âdemdeki can bil ki edepdir
Dil ü çeşm-i beşerin nûru edepdir
Edebi olmayan âdem değil âdem
Ayıran âdemi hayvandan edepdir
Ser-i İblîs’i dilersen eğer ezmek
Gözün aç öldüren İblîs’i edepdir
Oku âyâtını Kur’ân-ı Kerîm’in
Göresin cümle maânîsi edepdir
Ulu Şems’in sözüdür bu, buna şek yok
Bizi makbûl edecek Hakk’a edepdir
Edebi eylesin Allah bize tevfîk
İki âlemde, felâh, Ken’an edepdir KEN’AN
Edep ve Edebiyat
Edep Nedir?
TDK: Toplum töresine uygun davranma; İyi ahlak, incelik, terbiye.
Nişanyan: terbiye, incelik, düzgün davranış
Osmanlicaturkce.com: Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele
etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ.
Ekşi Sözlük:
- insanı insan yapan özellik
- bir patika yoldur ve herkes onu bulamaz.
- güzeli güzel yapan edeptir/edep ise güzeli sevmeye sebebtir
Edep, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, haya, nezaket, zarafet gibi manalara gelir.
-Edep, nefsini tanıyıp haddini bilmektir.
-Edep, kibri kırıp tavazuya sarılmaktır.
-Edep, hayalı ve vefalı olmaktır.
-Edep, pişman olunacak şeyleri yapmamaktır.
-Edep, güzel ahlâktır.Güzel ahlâk ise, içiyle dışıyla doğru olmak ve bu doğruluk üzere yaşamaktır. Buna denge ve istikamet denir.Dengeli olmak, devamlı aynı güzel hâli korumaktır. Acı tatlı bütün hallerde istikametini bozmayan, dost ve düşmana karşı dürüstlükten ayrılmayan kimse dengeli insandır. Denge, insandaki akıl seviyesini gösterir.
-Insanla hayvan arasindaki fark, edebdir
-Edeb, aklin disdan görünüsüdür
-Edebi edebsizden öğren
-Biz çok ilimden ziyâde çok edebe muhtâcız A.MÜBAREK
-Mârifet ehlinin ilk makamı edeptir. - Hacı Bektaş-i Veli
- Edep Ya Hu! - Türk atasözleri
-Şeref, edep iledir. Soy ile değildir.
Ehl-i irfan arasında aradım, kıldım taleb,
Her hüner makbul imiş, illâ edeb, illâ edeb LÂ-EDRÎ
Edebdir tac-ı Rabbânî, komazlar her başa ânı,
Olagör Gaybî ruhanî, edeb gözle, edeb gözle S. GAYBÎ
Ger cânuñ ala yâr eger kanuñı içe
Sabr eyle Ahmedî ki bu yolda budur edeb AHMEDÎ
Kabiliyet dâd-ı Hak'tır her kula olmaz nasip
Sad hezâr terbiye etsen bî-edeb olmaz edîb LÂ-EDRÎ
Çeşm-i insaf gibi âkile mizan olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz LÂ-EDRÎ
Edebtir kişinin daim libası
Edebsiz insan üryana benzer LÂ-EDRÎ
Hadd-i zâtında kim olmazsa edib
Feleğin sillesi eyler te’dib LÂ-EDRÎ
Edep bir tâç imiş Nûr-ı Hudâ'dan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan LÂ-EDRÎ
Edep ehl-i ilimden hâli olmaz
Edebsiz ilim okuyan âlim olmaz LÂ-EDRÎ
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır YUNUS EMRE
Ten-i âdemdeki can bil ki edepdir
Dil ü çeşm-i beşerin nûru edepdir
Edebi olmayan âdem değil âdem
Ayıran âdemi hayvandan edepdir
Ser-i İblîs’i dilersen eğer ezmek
Gözün aç öldüren İblîs’i edepdir
Oku âyâtını Kur’ân-ı Kerîm’in
Göresin cümle maânîsi edepdir
Ulu Şems’in sözüdür bu, buna şek yok
Bizi makbûl edecek Hakk’a edepdir
Edebi eylesin Allah bize tevfîk
İki âlemde, felâh, Ken’an edepdir KEN’AN
GÜL-BÜLBÜL
Divan Şiiri Sohbetleri
Dîvân Şiirinde Gül-Bülbül
Gül: Adı en çok zikredilen çiçek, güldür. Çiçeklerin en güzeli, en makbulü ve kokusu en çok sevileni odur. Sevgilinin yüzü, yanağı, kendisi güle benzetilir. Sevgilinin yanağı kırmızı olduğu için güldür. Gül, dikenlidir, kişinin eline batar, bakımı zahmetlidir. Bu yönüyle de naz yaparak âşığa ıstırap çektiren sevgiliye benzer. Bahara gül mevsimi de denir. Çünkü bahar mevsiminde çiçeklerin süslediği bahçelerin en güzel çiçeği güldür. Güllerle süslü güzel bir bahçenin seyrine, kokusuna doyum olmaz. Bunun için olsa gerek bahar mevsimine çiçeklerinin sultanın adı verilmiştir ki bu durum da güle ne kadar değer verildiğini, bu durum onun ne çok sevildiğini gösterir.
Gül aynı zamanda Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed’in en sevdiği çiçeğin gül olduğu rivayet edilir. Bunun için de onu temsilen kullanılmış olabilir.
Âşığın gözyaşları hep gül renginde akar. Çünkü âşığın gözü hep gülün üzerindedir. Gözünü ondan hiç ayırmaz. Bundan dolayı gülün kırmızısı onun gözüne yansır ve gözyaşları kan olur, yani gül olur akar gözleri.
Gül kimi zaman da aşığın göğsündeki yaradır. Şekil ve renk itibariyle yara, güle benzer. Gül kimi zaman ateştir.
Gülden tatlısı, esansı yapılır. Gül desenli elbiseler sevgililerin üzerinde arz-ı endâm eder. Minyatürlerde, kitap süslemelerinde, çeşmelerde, mezar taşlarında, ebrularda hep gül vardır. Bahçelerin en güzel süsü hep gül olmuştur. Gül olmayan bir cami avlusu düşünülemez.
Gülün ömrü kısa olduğu için hayatın kısalığını da temsil eder… Gül şekil bakımından kulağa benzetilmiş, bu şekilde çok yerde kullanılmıştır.
Gül sevgili, bülbül de onun âşığıdır. Bülbül, gül için feryât eder, ağlar, perişan olur. Bülbülün ötüşü, sevgiliden ayrı kaldığı için ağlayışları ya da âşıkların sevgilisi için yazdığı güzel şiirleridir. Gül, dikenleriyle bülbülün gönlünü yaralamıştır.
Kimisi bülbül-i nâlân-ı gül-i ârız-ı yâr
Kimi pervâne-i şem’-i ruh-i cânân ancak BÂKÎ
N’ola tâcım gibi başımda gezdirsem dâim
Kadem-i resmini Hazret-i Şâh-ı Rüsül’ün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün 1.AHMED
Suya versin bâğ-bân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su FUZÛLÎ
Gül-i ruhsârına karşı gözümden kanlı akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı FUZÛLÎ
Bülbül bu denli nâle eder mi gül olmasa
Gül nâzı kime eyler idi bülbül olmasa FERÎDÎ
Cemâli zâhir olsa tez celâli yakalar ânı
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ NİYÂZÎ MISRÎ
Gerçi kim derler cihânda ârife bir gül yeter
Ârife bir gül yeterse bana yârim gül yeter BASÎRÎ
Dûd-ı âhım ruhun hevâsıyla
Ebr olur yağdurur cihâna gül-âb 19.G BÂKÎ
O gül-endâm bir al şâle bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün ENDERUNLU VÂSIF
Sen gül-i cennet isen ben de cihân bülbülüyem
El çek ey serv-i hirâmân bir avuç kanımdan NECÂTÎ
Boydan hoş renkden pâkizedir nâzik tenin
Belemiş koynunda gûyâ kim gül-i ra’nâ seni NEDÎM
Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz
Vech-i Bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi NİYÂZÎ MISRÎ
Şükûfe kalmadı gülşende yok çemenen eser
Hazân irişdi bahârın yerinde yeller eser MU’ÎDÎ HASAN ÇELEBİ
Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş havz tehî gülsitân harâb İZZET MOLLA
Anın ki izârın gibi bir verd-i teri var
Bülbül gibi her lahza figân etse yeri var HIZRÎ
Bülbül bu denli nâle eder mi gül olmasa
Gül nâzı kime eyler idi bülbül olmasa FERÎDÎ
ÖMER SALMAN
Dîvân Şiirinde Gül-Bülbül
Gül: Adı en çok zikredilen çiçek, güldür. Çiçeklerin en güzeli, en makbulü ve kokusu en çok sevileni odur. Sevgilinin yüzü, yanağı, kendisi güle benzetilir. Sevgilinin yanağı kırmızı olduğu için güldür. Gül, dikenlidir, kişinin eline batar, bakımı zahmetlidir. Bu yönüyle de naz yaparak âşığa ıstırap çektiren sevgiliye benzer. Bahara gül mevsimi de denir. Çünkü bahar mevsiminde çiçeklerin süslediği bahçelerin en güzel çiçeği güldür. Güllerle süslü güzel bir bahçenin seyrine, kokusuna doyum olmaz. Bunun için olsa gerek bahar mevsimine çiçeklerinin sultanın adı verilmiştir ki bu durum da güle ne kadar değer verildiğini, bu durum onun ne çok sevildiğini gösterir.
Gül aynı zamanda Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed’in en sevdiği çiçeğin gül olduğu rivayet edilir. Bunun için de onu temsilen kullanılmış olabilir.
Âşığın gözyaşları hep gül renginde akar. Çünkü âşığın gözü hep gülün üzerindedir. Gözünü ondan hiç ayırmaz. Bundan dolayı gülün kırmızısı onun gözüne yansır ve gözyaşları kan olur, yani gül olur akar gözleri.
Gül kimi zaman da aşığın göğsündeki yaradır. Şekil ve renk itibariyle yara, güle benzer. Gül kimi zaman ateştir.
Gülden tatlısı, esansı yapılır. Gül desenli elbiseler sevgililerin üzerinde arz-ı endâm eder. Minyatürlerde, kitap süslemelerinde, çeşmelerde, mezar taşlarında, ebrularda hep gül vardır. Bahçelerin en güzel süsü hep gül olmuştur. Gül olmayan bir cami avlusu düşünülemez.
Gülün ömrü kısa olduğu için hayatın kısalığını da temsil eder… Gül şekil bakımından kulağa benzetilmiş, bu şekilde çok yerde kullanılmıştır.
Gül sevgili, bülbül de onun âşığıdır. Bülbül, gül için feryât eder, ağlar, perişan olur. Bülbülün ötüşü, sevgiliden ayrı kaldığı için ağlayışları ya da âşıkların sevgilisi için yazdığı güzel şiirleridir. Gül, dikenleriyle bülbülün gönlünü yaralamıştır.
Kimisi bülbül-i nâlân-ı gül-i ârız-ı yâr
Kimi pervâne-i şem’-i ruh-i cânân ancak BÂKÎ
N’ola tâcım gibi başımda gezdirsem dâim
Kadem-i resmini Hazret-i Şâh-ı Rüsül’ün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün 1.AHMED
Suya versin bâğ-bân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su FUZÛLÎ
Gül-i ruhsârına karşı gözümden kanlı akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı FUZÛLÎ
Bülbül bu denli nâle eder mi gül olmasa
Gül nâzı kime eyler idi bülbül olmasa FERÎDÎ
Cemâli zâhir olsa tez celâli yakalar ânı
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ NİYÂZÎ MISRÎ
Gerçi kim derler cihânda ârife bir gül yeter
Ârife bir gül yeterse bana yârim gül yeter BASÎRÎ
Dûd-ı âhım ruhun hevâsıyla
Ebr olur yağdurur cihâna gül-âb 19.G BÂKÎ
O gül-endâm bir al şâle bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün ENDERUNLU VÂSIF
Sen gül-i cennet isen ben de cihân bülbülüyem
El çek ey serv-i hirâmân bir avuç kanımdan NECÂTÎ
Boydan hoş renkden pâkizedir nâzik tenin
Belemiş koynunda gûyâ kim gül-i ra’nâ seni NEDÎM
Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz
Vech-i Bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi NİYÂZÎ MISRÎ
Şükûfe kalmadı gülşende yok çemenen eser
Hazân irişdi bahârın yerinde yeller eser MU’ÎDÎ HASAN ÇELEBİ
Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş havz tehî gülsitân harâb İZZET MOLLA
Anın ki izârın gibi bir verd-i teri var
Bülbül gibi her lahza figân etse yeri var HIZRÎ
Bülbül bu denli nâle eder mi gül olmasa
Gül nâzı kime eyler idi bülbül olmasa FERÎDÎ
ÖMER SALMAN
BEYİTLER
Dîvan Edebiyatı Sohbetleri : Beyit Şerhi Çalışması
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz NÂBÎ
Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan
Düşdü çemende berg-i dıraht i’tibârdan BÂKÎ
Şükûfe kalmadı gülşende yok çemenden eser
Hazân irişdi bahârın yerinde yeller eser MU’ÎDÎ HASAN ÇELEBİ
Yine gömgök dere batmış çıka geldi çemene
Nevbahar erdi deyü virdi haberler sünbül BÂKÎ
Hâk-i kûyunla gözüm rûşen idüb bâd-ı sabâ
Ka’be’den sürme getürdi bana hâcı gûyâ SÂBİT
Zülf-i yârin haberin kim getürür bana didim
Gösterüb bâd-ı sabâyı didiler bû getürür LÂ-EDRÎ
Can gamınla çıkdı cânâ ger inanmazsan ana
Bir nefes tut ağzıma âyine-i ruhsârını HÂFIZ BEHLÜL
Hasretle çıkdı cânum inanmazsa sözüme
Kosun dehânuma yüzü âyînesini yâr AHMED PAŞA 34.K. 15. B.
Mir’ata bakma bir iki gün eyle tecrübe
Sabreylemek firâkına müşkül değil midir NAHÎFÎ
Zinhâr eline âyîne vermen o kâfirin
Zîrâ görünce sûretini put-perest olur BÂKÎ
Hüdâ’nın sun’una âyîne âlem
Düşüpdür sâni’in mir’âtı âdem NİYÂZÎ MISRÎ
Mir’ât-ı dev letin bu da bir sırr-ı mübhemi
Mansıbda âşinâları bîgâne gösterir MÜHİBBİ’L-ÂMİDÎ
Nâgehân düşde seni ağyâr ile görem deyu
Gözlerim meylelemez bir lâhza uykudan yana Lâ-Edrî
Emdir dudağın derdime emdir didüm ey dost
Güldü dedi kim söyleme çün buldun emindi CEM SULTÂN
Gülüp açıl didikce gülmenin de vakti var dersin
Açıl ey gonce-i bâğ-ı letâfet gül zamânıdır KABÛLÎ
Tabibler bilmez ilâcım
Beni derde salan gelsin Mustafa
Ne derviş ü ne zâhidden ne mîr ü şâhdan iste
Yürü yokdan seni var eyleyen Allâh’dan iste Pîr Mehmed Azmî
Nâsiyemde Kâtib-i Kudret ne yazdı bilmedim
Âh kim bu gülşen-i âlemde bir kez gülmedim ŞEHZÂDE MUSTAFA
Arz-ı hâl etmeğe cânâ seni tenhâ bulamam
Seni tenhâ bulıcak kendimi aslâ bulamam ULVÎ
Zülfün görenlerin hep bahtı siyâh olurmuş
Tek zülfünü göreydim bahtım siyâh olaydı HAYRÎ
İncitme sen ahbâbını incinmeye senden
Bu âlem-i fânîde zerâfet budur işte LEYLÂ HANIM
Giriftâr oldu mürg-i dil nigârın zülf-i ağında
Göricek dâne-i hâli o mâhın gül yanağında 3.MURÂD
Sabâ var ol tabîb-i câna bîmâr olduğum söyle
Beni bir kere görmek ana sıklet gelmesin gelsin Ş.İSLAM ESÂD
Kim ki İstanbul içre tevbe edip
İçmezem derse bir dahi sahbâ
İtimâd eyleme sözüne anın
Galata ihtimâli var zîrâ İSMETÎ
Billâhi söyleyin bana ey âhûvân-ı deşt
Sizden mi yoksa nev-i beşerden mi sevdiğim ÂRİFÎ
Eylesen her ne kadar tûtîye tâlim-i lisân
Sözü insân olur ammâ özü insan olamaz TÂLİBÎ (BURSALI)
Her kimin evinde olsa dü zeni
Bozulurmuş o kişinin düzeni Hüseyin Şâkir
Ümîd-i meyve etmektir nihâl-i servden lâ-fark
Kerem me’mûl olunmak şimdi bu asrın kibârından Münîb
Bâkî gözünden eyle hazer sorma leblerin
Zihnâr gâfil olma şarâbın yasağı var BÂKÎ (53.G)
Dâne-i hâline bak cennet-i ruhsârında
Nice sabreylesin Allâh’ı seversen âdem BÂKÎ
Kafes-i gamda yatur tûtî-i tab’-ı Bâkî
Çekdüği kahra anun lûtf-i suhândur bâ’is 26.G BÂKÎ
Kesdi ırkın Karga-zâde diyen düşmenlerün
Zâğlanmış bir kılıçdur Bâkiyâ şi’rün senün BÂKÎ
Kimse bilmezdi derûnum râzın
Âh kim göz yaşı gammâz oldı BÂKÎ
04.03.2010
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz NÂBÎ
Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan
Düşdü çemende berg-i dıraht i’tibârdan BÂKÎ
Şükûfe kalmadı gülşende yok çemenden eser
Hazân irişdi bahârın yerinde yeller eser MU’ÎDÎ HASAN ÇELEBİ
Yine gömgök dere batmış çıka geldi çemene
Nevbahar erdi deyü virdi haberler sünbül BÂKÎ
Hâk-i kûyunla gözüm rûşen idüb bâd-ı sabâ
Ka’be’den sürme getürdi bana hâcı gûyâ SÂBİT
Zülf-i yârin haberin kim getürür bana didim
Gösterüb bâd-ı sabâyı didiler bû getürür LÂ-EDRÎ
Can gamınla çıkdı cânâ ger inanmazsan ana
Bir nefes tut ağzıma âyine-i ruhsârını HÂFIZ BEHLÜL
Hasretle çıkdı cânum inanmazsa sözüme
Kosun dehânuma yüzü âyînesini yâr AHMED PAŞA 34.K. 15. B.
Mir’ata bakma bir iki gün eyle tecrübe
Sabreylemek firâkına müşkül değil midir NAHÎFÎ
Zinhâr eline âyîne vermen o kâfirin
Zîrâ görünce sûretini put-perest olur BÂKÎ
Hüdâ’nın sun’una âyîne âlem
Düşüpdür sâni’in mir’âtı âdem NİYÂZÎ MISRÎ
Mir’ât-ı dev letin bu da bir sırr-ı mübhemi
Mansıbda âşinâları bîgâne gösterir MÜHİBBİ’L-ÂMİDÎ
Nâgehân düşde seni ağyâr ile görem deyu
Gözlerim meylelemez bir lâhza uykudan yana Lâ-Edrî
Emdir dudağın derdime emdir didüm ey dost
Güldü dedi kim söyleme çün buldun emindi CEM SULTÂN
Gülüp açıl didikce gülmenin de vakti var dersin
Açıl ey gonce-i bâğ-ı letâfet gül zamânıdır KABÛLÎ
Tabibler bilmez ilâcım
Beni derde salan gelsin Mustafa
Ne derviş ü ne zâhidden ne mîr ü şâhdan iste
Yürü yokdan seni var eyleyen Allâh’dan iste Pîr Mehmed Azmî
Nâsiyemde Kâtib-i Kudret ne yazdı bilmedim
Âh kim bu gülşen-i âlemde bir kez gülmedim ŞEHZÂDE MUSTAFA
Arz-ı hâl etmeğe cânâ seni tenhâ bulamam
Seni tenhâ bulıcak kendimi aslâ bulamam ULVÎ
Zülfün görenlerin hep bahtı siyâh olurmuş
Tek zülfünü göreydim bahtım siyâh olaydı HAYRÎ
İncitme sen ahbâbını incinmeye senden
Bu âlem-i fânîde zerâfet budur işte LEYLÂ HANIM
Giriftâr oldu mürg-i dil nigârın zülf-i ağında
Göricek dâne-i hâli o mâhın gül yanağında 3.MURÂD
Sabâ var ol tabîb-i câna bîmâr olduğum söyle
Beni bir kere görmek ana sıklet gelmesin gelsin Ş.İSLAM ESÂD
Kim ki İstanbul içre tevbe edip
İçmezem derse bir dahi sahbâ
İtimâd eyleme sözüne anın
Galata ihtimâli var zîrâ İSMETÎ
Billâhi söyleyin bana ey âhûvân-ı deşt
Sizden mi yoksa nev-i beşerden mi sevdiğim ÂRİFÎ
Eylesen her ne kadar tûtîye tâlim-i lisân
Sözü insân olur ammâ özü insan olamaz TÂLİBÎ (BURSALI)
Her kimin evinde olsa dü zeni
Bozulurmuş o kişinin düzeni Hüseyin Şâkir
Ümîd-i meyve etmektir nihâl-i servden lâ-fark
Kerem me’mûl olunmak şimdi bu asrın kibârından Münîb
Bâkî gözünden eyle hazer sorma leblerin
Zihnâr gâfil olma şarâbın yasağı var BÂKÎ (53.G)
Dâne-i hâline bak cennet-i ruhsârında
Nice sabreylesin Allâh’ı seversen âdem BÂKÎ
Kafes-i gamda yatur tûtî-i tab’-ı Bâkî
Çekdüği kahra anun lûtf-i suhândur bâ’is 26.G BÂKÎ
Kesdi ırkın Karga-zâde diyen düşmenlerün
Zâğlanmış bir kılıçdur Bâkiyâ şi’rün senün BÂKÎ
Kimse bilmezdi derûnum râzın
Âh kim göz yaşı gammâz oldı BÂKÎ
04.03.2010
ATIŞMALAR-HİCİVLER
Ey serâser âleme sultân Süleymân’ım baba
Tende cânım cânımın içinde cânânım baba
Bâyezîdine kıyar mısın benim cânım baba
Bî-günâhım Hak bilir devletli sultânım baba
…………………………
Bu meseldir söylenür kul günâh işlese nola
Bâyezîd’in suçun bağışla kıyma bu kula
Bî-günâhım Hak bilir devletli sultânım baba ŞEHZÂDE BÂYEZÎD
Ey demâdem mazharı tuğyânı isyânım oğul
Takmıyan boynuna hergiz tavkı fermânım oğul
Ben kıyar mıydım sana ey Bâyezîd Hânım oğul
Bî-günâhım dime bâri tövbe kıl cânım oğul
Tutalım iki elin başdan başa kanda ola
Çünki istiğfar idersin biz de af etsek nola
Bâyezîd’im suçunu bağışlarım gelsen yola
Bî-günâhım dime bâri tövbe kıl cânım oğul K.SULTÂN SÜLEYMÂN
Aldı etrâfı adüv imdâda asker yok mudur
Din yolunda baş verir bir merd-i server yok mudur
Bir aceb girdâba düşdük çâresiz kaldık meded
Âşinâlar zümresinden bir şinâver yok mudur
Cenkde hempâmız olub baş virüb baş almağa
Arse-i âlemde bir merd-i hüner-ver yok mudur HÂFIZ AHMED PAŞA
Hâfızâ Bağdad’da imdâd etmeğe er yok mudur
Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur
Düşmeni mat etmeğe ferzâneyim ben der idin
Hasma karşı şimdi at oynatmağa yer yok mudur
Gerçi lâf urmakda yokdur sana hempâ bilürüm
Lîk senden dâd alan bir dâd-küster yok mudur 4.MURÂD
Şehr-i Edirne ki meca’-ı ehl-i dildir. Vakt-i şitâda kesret-i berf ü bârândan deryâ-yı âb ü gildir. Şuarâdan biri belde-i mezbûrenin kesret-i âb ü gilinden âzürde dil olup bu beyit ile mezemmet itmişdir:
İlâhî lûtf edip kurtar bizi bu şehr-i bâtıldan
Kişi anı ne seyr etsin geçilmez âb ile gilden LÂ-EDRÎ
Şehr-i Edirne şuarâsı bu beyti istimâ’ itdikde münfail ü münkesir olub her biri bir beyitle cevâb didi. Ama cümleden mezkûrun cevâbı müveccih ü vâkı’ oldu.
Şu kim şeytân gibi eyler şikâyet âb ile gilden
Yüzüne yellen anın aslı oddur hazz eder yelden SÂGARÎ (LÂTÎFÎ TEZKİRESİ İKDÂM MATBAASI 1314,s.180.,181,182.)
E y kâdı sana da’vâcı Yezdân olacaktır
Mahşer arasâtında ki dîvân olacaktır
Haşr içre sicillât-ı amel çün bula imzâ
Rüşvet rakamı nâmene ünvân olacaktır
Devrinde yetîmin ki gözü yaşı revândır
Bir gün seni gark etmeğe ummân olacaktır
Rüşvet kemiğin durmaz ilik gibi emersin
Karnın yarılıp bir gün ilik kan olacaktır
Bu sazı ki perdeler altında çalarsın
Sanma ki anın nağmesin pinhân lacaktır SÛZÎ
Lânet etti resûl mürteşiye (mürteşi: rüşvet alan)
Lânet ana ki anı kabûl eyler” Andelîbî (Kastamonu)
Hâne-i uzlet oluptur meskeni miskinlerin
Açılaldan göreyim yıkıla rüşvet kapısı GÜVÂHÎ
Zamânın budur muktezâsı
Yiyesin rüşveti hem yediresin MEÂLÎ
Kadılığı yenir sanan rüşvet yiyici kimseler
Tîz tîz terâkkîler edip sâfî erer rif’atlere MEÂLÎ
Budur âdet ezelden ehl-i mâle
Ki mâla meyl eder bakmaz kemâle ÂHÎ
Eline zer alıp varsan efendi gel buyur derler
Eğer dest-i tehî varsan efendiyi uyur derler Lâ-Edrî
Gör zahidi kim sahibi irşad olayım der.
Dün mektebe vardı bugün üstad olayım der RÛHÎ
Mansıb ile iftihâr etmek öğünmek câh ile
Ehl-i fazla ârdır gerçi şereftir câhile ÂHÎ
Ne kendi eyledi râhat ne halka virdi huzûr
Cihân buldu selâmet dayansın ehl-i kubûr LÂ-EDRÎ
Vâ’iz bizi korkutma cehennemde od olmaz
Yanmağa odun her kişi bundan iledirler AHMED BEY
Bu ne kudrettir ki elifbâyı okur ezberden
Tûtî nâme onun indinde Gülistân gibidir EŞREF
(Topâne Müşîri Paşa’ya)
Denîler bâl-i ikbâlin açıp da yıldıza çıksa
Yine âzâde olmaz dâm-ı şemşîr-i zebânımdan EŞREF
Halâsa çâre yoktur âh-ı mazlûma kulak verme
Dayan bir tekme sen de zevk için feryâd lâzımsa EŞREF
Muîni pâdişâhın birtakım erbâb-ı cinâyettir
Ocak söndürmeyi şimdi sayarlar hüsn-i hizmetten EŞREF
Nasıl asker verir bilmem ki hâlâ duygusuz millet
Gidenler can verir yollarda açlıktan sefâletten EŞREF
Pabuçsuz yüzbaşı çü az mı püskülsüz mülâzımlar
Ayırmaz binbaşı bunlar için bir hisse sirkatten EŞREF
Yemez içmez melektir sanki askerler çırılçıplak
Şehîd olmak için bîçâreler dönmez azîmetten EŞREF
Her kimin şehrine uğradıysa aşkın askeri
Hep imârâtın anın bir demde vîrân eyledi NİYÂZÎ MISRÎ
Gelmiş idi câmiye bir bî-namâz
Sârik imiş kim yiyeyazdı dayak
Söyledi târihini kayyım anın
Kaçdı pâbuç hırsızı yalın ayak 1212 SURÛRÎ
Tende cânım cânımın içinde cânânım baba
Bâyezîdine kıyar mısın benim cânım baba
Bî-günâhım Hak bilir devletli sultânım baba
…………………………
Bu meseldir söylenür kul günâh işlese nola
Bâyezîd’in suçun bağışla kıyma bu kula
Bî-günâhım Hak bilir devletli sultânım baba ŞEHZÂDE BÂYEZÎD
Ey demâdem mazharı tuğyânı isyânım oğul
Takmıyan boynuna hergiz tavkı fermânım oğul
Ben kıyar mıydım sana ey Bâyezîd Hânım oğul
Bî-günâhım dime bâri tövbe kıl cânım oğul
Tutalım iki elin başdan başa kanda ola
Çünki istiğfar idersin biz de af etsek nola
Bâyezîd’im suçunu bağışlarım gelsen yola
Bî-günâhım dime bâri tövbe kıl cânım oğul K.SULTÂN SÜLEYMÂN
Aldı etrâfı adüv imdâda asker yok mudur
Din yolunda baş verir bir merd-i server yok mudur
Bir aceb girdâba düşdük çâresiz kaldık meded
Âşinâlar zümresinden bir şinâver yok mudur
Cenkde hempâmız olub baş virüb baş almağa
Arse-i âlemde bir merd-i hüner-ver yok mudur HÂFIZ AHMED PAŞA
Hâfızâ Bağdad’da imdâd etmeğe er yok mudur
Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur
Düşmeni mat etmeğe ferzâneyim ben der idin
Hasma karşı şimdi at oynatmağa yer yok mudur
Gerçi lâf urmakda yokdur sana hempâ bilürüm
Lîk senden dâd alan bir dâd-küster yok mudur 4.MURÂD
Şehr-i Edirne ki meca’-ı ehl-i dildir. Vakt-i şitâda kesret-i berf ü bârândan deryâ-yı âb ü gildir. Şuarâdan biri belde-i mezbûrenin kesret-i âb ü gilinden âzürde dil olup bu beyit ile mezemmet itmişdir:
İlâhî lûtf edip kurtar bizi bu şehr-i bâtıldan
Kişi anı ne seyr etsin geçilmez âb ile gilden LÂ-EDRÎ
Şehr-i Edirne şuarâsı bu beyti istimâ’ itdikde münfail ü münkesir olub her biri bir beyitle cevâb didi. Ama cümleden mezkûrun cevâbı müveccih ü vâkı’ oldu.
Şu kim şeytân gibi eyler şikâyet âb ile gilden
Yüzüne yellen anın aslı oddur hazz eder yelden SÂGARÎ (LÂTÎFÎ TEZKİRESİ İKDÂM MATBAASI 1314,s.180.,181,182.)
E y kâdı sana da’vâcı Yezdân olacaktır
Mahşer arasâtında ki dîvân olacaktır
Haşr içre sicillât-ı amel çün bula imzâ
Rüşvet rakamı nâmene ünvân olacaktır
Devrinde yetîmin ki gözü yaşı revândır
Bir gün seni gark etmeğe ummân olacaktır
Rüşvet kemiğin durmaz ilik gibi emersin
Karnın yarılıp bir gün ilik kan olacaktır
Bu sazı ki perdeler altında çalarsın
Sanma ki anın nağmesin pinhân lacaktır SÛZÎ
Lânet etti resûl mürteşiye (mürteşi: rüşvet alan)
Lânet ana ki anı kabûl eyler” Andelîbî (Kastamonu)
Hâne-i uzlet oluptur meskeni miskinlerin
Açılaldan göreyim yıkıla rüşvet kapısı GÜVÂHÎ
Zamânın budur muktezâsı
Yiyesin rüşveti hem yediresin MEÂLÎ
Kadılığı yenir sanan rüşvet yiyici kimseler
Tîz tîz terâkkîler edip sâfî erer rif’atlere MEÂLÎ
Budur âdet ezelden ehl-i mâle
Ki mâla meyl eder bakmaz kemâle ÂHÎ
Eline zer alıp varsan efendi gel buyur derler
Eğer dest-i tehî varsan efendiyi uyur derler Lâ-Edrî
Gör zahidi kim sahibi irşad olayım der.
Dün mektebe vardı bugün üstad olayım der RÛHÎ
Mansıb ile iftihâr etmek öğünmek câh ile
Ehl-i fazla ârdır gerçi şereftir câhile ÂHÎ
Ne kendi eyledi râhat ne halka virdi huzûr
Cihân buldu selâmet dayansın ehl-i kubûr LÂ-EDRÎ
Vâ’iz bizi korkutma cehennemde od olmaz
Yanmağa odun her kişi bundan iledirler AHMED BEY
Bu ne kudrettir ki elifbâyı okur ezberden
Tûtî nâme onun indinde Gülistân gibidir EŞREF
(Topâne Müşîri Paşa’ya)
Denîler bâl-i ikbâlin açıp da yıldıza çıksa
Yine âzâde olmaz dâm-ı şemşîr-i zebânımdan EŞREF
Halâsa çâre yoktur âh-ı mazlûma kulak verme
Dayan bir tekme sen de zevk için feryâd lâzımsa EŞREF
Muîni pâdişâhın birtakım erbâb-ı cinâyettir
Ocak söndürmeyi şimdi sayarlar hüsn-i hizmetten EŞREF
Nasıl asker verir bilmem ki hâlâ duygusuz millet
Gidenler can verir yollarda açlıktan sefâletten EŞREF
Pabuçsuz yüzbaşı çü az mı püskülsüz mülâzımlar
Ayırmaz binbaşı bunlar için bir hisse sirkatten EŞREF
Yemez içmez melektir sanki askerler çırılçıplak
Şehîd olmak için bîçâreler dönmez azîmetten EŞREF
Her kimin şehrine uğradıysa aşkın askeri
Hep imârâtın anın bir demde vîrân eyledi NİYÂZÎ MISRÎ
Gelmiş idi câmiye bir bî-namâz
Sârik imiş kim yiyeyazdı dayak
Söyledi târihini kayyım anın
Kaçdı pâbuç hırsızı yalın ayak 1212 SURÛRÎ
BEYİTLERİ NESRE ÇEVİRME
BEYİTLERİ NESRE ÇEVİRME ÇALIŞMASI ÖMER SALMAN
Farsça terkiplerin günümüz Türkçesine nasıl çeviririz?
Çeşm-i siyâh : siyah göz, mürg-i dil:gönül kuşu
Lâzım gelirdi serv ü çınar ola meyvedâr
Fazl ü hünerde medhâli olsa kıyâfetin NÂBÎ
Dil düştü neyleyeyim yine bir serv-kâmete
Erdim hevâ yolunda yürürken kıyâmete FERRÛHÎ(AKHİSÂRÎ)
Kadd-i yâre kimisi arar demiş kimi elif
Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif MUHİBBÎ
Ruhların üzre yatur zülf-i semen-sâ gûyâ
Gül-i terden idinür kendüye bister sünbül BÂKÎ
Âteşe düşdüm düşümde âşık olmazdan evvel
Mübtelâ-yı aşk olursun deyu ta’bîr itdiler MAHREMÎ
Bildin mi bu âlemde cânâ neye aşk olsun
Uşşâka vefâ eyler cânâneye aşk olsun KEVSERÎ
‘Âşık u m’aşûka benzer âsmân ile zemîn
Kim biri ağladığınca birisi handân olur AHMET PAŞA
Gülşeninde âlemin bu sırra ermez hîç kes
Zâglar âzâde vü bülbül giriftâr-ı kafes FİRÂKÎ ( VÂİZ)
Cemâli zâhir olsa tez celâlî yakalar anı
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ NİYÂZÎ MISRÎ
Lebüne kandı nisbet eylemişler
İşitdüm benzemez didüm o kande MUHİBBÎ
Ruhsârını cânânın âyineye benzettim
Vâh vâh ne hatâ ettim ayı neye benzettim LÂ-EDRÎ
Ol kadar yâraladı tîğ-i firâkın beni kim
Ne belâ çekdiğimi yaradan Allâh bilir RÛHÎ BAĞDÂDÎ
Necâtî’nin dirisinden ölüsü Ahmed’in yeğdir
Ki Îsâ göklere ağsa yine dem urur Ahmed’den NECÂTÎ
Olacak zülfün yüzün üzre nikâb
San nihân oldu bulutda âftâb CEM SULTÂN
Gözlerim yaşını gözler ol büt-i sîmîn beden
Nitekim gökte süreyyâ gözler âhû-yı Hoten NİZÂMÎ
Giriftâr oldu mürg-i dil nigârın zülf-i ağında
Göricek dâne-i hâli o mâhın gül yanağında 3.MURÂD
Hüsnünün sayyâdı dil mürgine rahm eylemeyüp
Benleründen dâne saçup zülfüni eyler duzâğ CEM SULTÂN
Kimsenin aybını görüp kılma zinhâr âşikâr
Günde yüz bin aybın örterken ilâhe’l- âlemîn MUHİBBÎ
Zinhâr eline âyîne vermen o kâfirin
Zîrâ görünce sûretini put-perest olur BÂKÎ
Divan şiirinin nazım birimi beyittir. Başka nazım birimleri kullanılsa da divan şiirinin en güzel örneklerini beyitler barındırır.
Şairler bir beyitte neredeyse bir kitap dolduracak duygu ve düşünceye yer verir. Beyitler duygu ve fikirlerin sıkıştırılmış hâlleridir. Duygular sanatlı söyleyişin zirvelerinde dolaşır. Fikirler bile söz bedenine giydirilen bir ruh elbisesi ile sanat olup bütün sıkıcılığından soyunup sanat olur dillenir.
Şimdi beyitleri daha kolay daha rahat anlayabilmek için nesre çevirme çalışması yapalım.
Farsça terkiplerin günümüz Türkçesine nasıl çeviririz?
Çeşm-i siyâh : siyah göz, mürg-i dil:gönül kuşu
Lâzım gelirdi serv ü çınar ola meyvedâr
Fazl ü hünerde medhâli olsa kıyâfetin NÂBÎ
Dil düştü neyleyeyim yine bir serv-kâmete
Erdim hevâ yolunda yürürken kıyâmete FERRÛHÎ(AKHİSÂRÎ)
Kadd-i yâre kimisi arar demiş kimi elif
Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif MUHİBBÎ
Ruhların üzre yatur zülf-i semen-sâ gûyâ
Gül-i terden idinür kendüye bister sünbül BÂKÎ
Âteşe düşdüm düşümde âşık olmazdan evvel
Mübtelâ-yı aşk olursun deyu ta’bîr itdiler MAHREMÎ
Bildin mi bu âlemde cânâ neye aşk olsun
Uşşâka vefâ eyler cânâneye aşk olsun KEVSERÎ
‘Âşık u m’aşûka benzer âsmân ile zemîn
Kim biri ağladığınca birisi handân olur AHMET PAŞA
Gülşeninde âlemin bu sırra ermez hîç kes
Zâglar âzâde vü bülbül giriftâr-ı kafes FİRÂKÎ ( VÂİZ)
Cemâli zâhir olsa tez celâlî yakalar anı
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ NİYÂZÎ MISRÎ
Lebüne kandı nisbet eylemişler
İşitdüm benzemez didüm o kande MUHİBBÎ
Ruhsârını cânânın âyineye benzettim
Vâh vâh ne hatâ ettim ayı neye benzettim LÂ-EDRÎ
Ol kadar yâraladı tîğ-i firâkın beni kim
Ne belâ çekdiğimi yaradan Allâh bilir RÛHÎ BAĞDÂDÎ
Necâtî’nin dirisinden ölüsü Ahmed’in yeğdir
Ki Îsâ göklere ağsa yine dem urur Ahmed’den NECÂTÎ
Olacak zülfün yüzün üzre nikâb
San nihân oldu bulutda âftâb CEM SULTÂN
Gözlerim yaşını gözler ol büt-i sîmîn beden
Nitekim gökte süreyyâ gözler âhû-yı Hoten NİZÂMÎ
Giriftâr oldu mürg-i dil nigârın zülf-i ağında
Göricek dâne-i hâli o mâhın gül yanağında 3.MURÂD
Hüsnünün sayyâdı dil mürgine rahm eylemeyüp
Benleründen dâne saçup zülfüni eyler duzâğ CEM SULTÂN
Kimsenin aybını görüp kılma zinhâr âşikâr
Günde yüz bin aybın örterken ilâhe’l- âlemîn MUHİBBÎ
Zinhâr eline âyîne vermen o kâfirin
Zîrâ görünce sûretini put-perest olur BÂKÎ
Divan şiirinin nazım birimi beyittir. Başka nazım birimleri kullanılsa da divan şiirinin en güzel örneklerini beyitler barındırır.
Şairler bir beyitte neredeyse bir kitap dolduracak duygu ve düşünceye yer verir. Beyitler duygu ve fikirlerin sıkıştırılmış hâlleridir. Duygular sanatlı söyleyişin zirvelerinde dolaşır. Fikirler bile söz bedenine giydirilen bir ruh elbisesi ile sanat olup bütün sıkıcılığından soyunup sanat olur dillenir.
Şimdi beyitleri daha kolay daha rahat anlayabilmek için nesre çevirme çalışması yapalım.
EDEBİYAT SOHBETLERİ
Divan Şiiri Atölyesi Günlük Çalışma Plânı 29.12.2009
Ölçü: Şiirin âhenk unsurlarının başında ölçü gelir. Edebiyatımızda önce, hece ölçüsü kullanılmıştır. İslamiyet öncesi edebiyatımızda görülen hece ölçüsü, milletimizin İslâm dinini kabul etmesinden sonra da halk şiirimizde kullanılmıştır.
Hece ölçüsü, şiirin en küçük parçası olan mısraları meydana getiren hece sayısı eşitliğidir. Hece ölçüsüyle söylenmiş ya da yazılmış bir şiirin bütün mısralarının hece sayılarının aynı olması gerekmektedir. Eğer hece sayılarında uyum yoksa o şiir hece ölçüsüyle yazılmış olmaz. Zaten böyle bir durumda şiirin âhenginde, ritminde farklılık görülecektir.
Mert- da-ya-nır/ nâ-mert- ka-çar 8
Mey-dan- güm-bür/güm-bür-le-nir 8
Şah-lar şâ-hı/ dî-vân-aç-ar 8
Dî-vân-güm-bür-/güm-bür-le-nir 8
Bilindiği gibi halk şiirinde kullanılan ölçüye göre nazım şekilleri meydana gelir. 11’li hece ölçüsüyle yazılan şiirlere koşma, 8’li hece ölçüsüyle yazılanlara ise semâî denir…
Aruz vezni: Şiirin en küçük parçası olan mısralardaki hecelerin açıklık-kapalılık bakımından uyumudur. Açık ve kapalı hecelerin uyumuyla meydana gelen bu vezin, şiire ritmik bir söyleyiş kazandırır. Müzikte notalar nasıl bir ölçü ile porteleri meydana getiriyorsa şiirde de mısralar aruz ölçüsüyle meydana gelir. İkisi de ortaya konan sanat eserinin kulağa hoş gelmesi için kullanılır. Aruz ölçüsünün ne olduğunu bilmeyenlerin sağda solda söyledikleri saçma sapan, kulaktan dolma bile olamayacak kadar seviyesiz bilgisizliklerin aydınlatma kabiliyeti olmayan ışığında aruzu bilmek mümkün değildir.
Açık hece: Uzun okunmayan ünlü harfle biten hecelere açık hece denir ve nokta( .) ile gösterilir. Baba kelimesi iki açık heceden meydana gelmiştir:
“Baba”
. .
Kapalı hece: Ünsüz harfle biten heceler ile uzun okunan heceler kapalı hece sayılır ve uzun çizgi(—) ile gösterilir. Şâkir kelimesinin iki hecesi de kapalıdır:
Şâ-kir
— —
Aruz Kalıplarını Meydana Getiren Tef’ileler:
Fâ i lâ tün : —.—— Koltuğum var.
Fe i lâ tün: . . —— Geliyorlar.
Me fâ î lün: . — — — Ömer Salman
Me fâ i lün: . — . — Bilen görür.
Me fâ î lü: . — — . Nasıl gördü.
Fâ i lâ tü: — . — . Sevmemişti.
Müs tef’ i lün : — — . — Bilmiş kadın.
Fâ i lün : — . — Sevmişim
Fe û lün: . — — Uzaktan
Fe i lün: . . — Seni ben
Fâ’ lün : — — Kör göz
Mef’ û lü : — — . Görmez ki
En Çok Kullanılan Aruz Kalıpları:
1- Fâ i lâ tün Fâ i lâ tün Fâ i lâ tün Fâ i lün
2- Fâ i lâ tün Fâ i lâ tün Fâ i lün
3- Fe i lâ tün Fe i lâ tün Fe i lâ tün Fe i lün
(Fâ i lâ tün) (Fa’ lün)
4- Fe i lâ tün Fe i lâ tün Fe i lün
(Fâ i lâ tün) (Fa ‘lün)
5-Me fâ î lün Me fâ î lün Me fâ î lün Me fâ î lün
6-Me fâ î lün Me fâ î lün Fe û lün
7-Mef’ û lü Me fâ î lü Me fâ î lü Fe û lün
8- Mef’ û lü Fâ i lâ tü Me fâ î lü Fâ i lün
9- Me fâ i lün Fe i lâ tün Me fâ î lün Fe i lün
(Fâ i lâ tün) (Fa’ lün)
10-Müs tef’ i lün Müs tef’ i lün Müs tef’ i lün Müs tef’ i lün
11- Fe û lün Fe û lün Fe û lün Fe ûl
Not: Feilâtün ve feilün tefilelerinin olduğu kalıplarda parantez içinde
Aruz Hataları:
Zihaf: Uzatılması gereken bir sesin kısa okunması.
Dünyanın bağrında karmaşa
İmâle: Vezne uydurmak için kısa heceyi uzun okumaya denir.
Geldi geçti ömrümüz rüzgâr gibi Ö.SALMAN
Mısraların son heceleri ne olursa olsun kapalı sayılır.
ÖRNEK METİNLER
1-Yerim sensin, göğüm sensin, cihânım, cennetim hep sen;
Nasıl bir zinde millet çıktı gördüm hasta sînenden S.NAZÎF
2- Ağaç bilmez çiçek görmez hayatlar
Kokuşmuştur bozulmuştur bayatlar Ö.SALMAN
3-Bî-çâre gönüller ne giden son gemidir bu
Hicrânlı hayâtın ne de son mâtemidir bu Y.K.BEYATLI
4-Kimsesiz hiç kimse yoktur herkesin var kimsesi
Kimsesiz kaldım yetiş ey kimsesizler kimsesi L.E
5-Gözlerimden aktı yaşlar çağlarım
Durmadan hiç durmadan ben ağlarım Ö.S
6-Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım. M.A.ERSOY
7-Bir hayâlet gibi dünyâ güzeli
Girdiğinden beri rü’yâlarına
Hepsi meshûr o muammâ güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına Y.K.BEYATLI
8-Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
İspanya neş’esiyle bu akşam bu zildedir Y.K.BEYATLI
9-Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak A.HÂŞİM
10-Küçük muttarit, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür ihtizâz T.FİKRET
11-Esdi nesîm-i nev-bahâr açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz ey sâkî meded sun Câm-ı Cem NEF’Î
Aruzu bilmenin ne faydası olabilir ki?
Aruzla yazılmış şiirleri doğru bir şekilde okumaya yardımcı olur. Aruzla yazılan şiirde bir eksiklik var ise bu fark edilir. Ama en mühimi Osmanlıca metinler okunurken okunan metnin doğruluğunun sağlamasını aruz bilgimizle yapabiliriz. Günümüzde Osmanlıcaya ilgi duyanların aruzu bilmesi de gerekmektedir.
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Ömer SALMAN
Ölçü: Şiirin âhenk unsurlarının başında ölçü gelir. Edebiyatımızda önce, hece ölçüsü kullanılmıştır. İslamiyet öncesi edebiyatımızda görülen hece ölçüsü, milletimizin İslâm dinini kabul etmesinden sonra da halk şiirimizde kullanılmıştır.
Hece ölçüsü, şiirin en küçük parçası olan mısraları meydana getiren hece sayısı eşitliğidir. Hece ölçüsüyle söylenmiş ya da yazılmış bir şiirin bütün mısralarının hece sayılarının aynı olması gerekmektedir. Eğer hece sayılarında uyum yoksa o şiir hece ölçüsüyle yazılmış olmaz. Zaten böyle bir durumda şiirin âhenginde, ritminde farklılık görülecektir.
Mert- da-ya-nır/ nâ-mert- ka-çar 8
Mey-dan- güm-bür/güm-bür-le-nir 8
Şah-lar şâ-hı/ dî-vân-aç-ar 8
Dî-vân-güm-bür-/güm-bür-le-nir 8
Bilindiği gibi halk şiirinde kullanılan ölçüye göre nazım şekilleri meydana gelir. 11’li hece ölçüsüyle yazılan şiirlere koşma, 8’li hece ölçüsüyle yazılanlara ise semâî denir…
Aruz vezni: Şiirin en küçük parçası olan mısralardaki hecelerin açıklık-kapalılık bakımından uyumudur. Açık ve kapalı hecelerin uyumuyla meydana gelen bu vezin, şiire ritmik bir söyleyiş kazandırır. Müzikte notalar nasıl bir ölçü ile porteleri meydana getiriyorsa şiirde de mısralar aruz ölçüsüyle meydana gelir. İkisi de ortaya konan sanat eserinin kulağa hoş gelmesi için kullanılır. Aruz ölçüsünün ne olduğunu bilmeyenlerin sağda solda söyledikleri saçma sapan, kulaktan dolma bile olamayacak kadar seviyesiz bilgisizliklerin aydınlatma kabiliyeti olmayan ışığında aruzu bilmek mümkün değildir.
Açık hece: Uzun okunmayan ünlü harfle biten hecelere açık hece denir ve nokta( .) ile gösterilir. Baba kelimesi iki açık heceden meydana gelmiştir:
“Baba”
. .
Kapalı hece: Ünsüz harfle biten heceler ile uzun okunan heceler kapalı hece sayılır ve uzun çizgi(—) ile gösterilir. Şâkir kelimesinin iki hecesi de kapalıdır:
Şâ-kir
— —
Aruz Kalıplarını Meydana Getiren Tef’ileler:
Fâ i lâ tün : —.—— Koltuğum var.
Fe i lâ tün: . . —— Geliyorlar.
Me fâ î lün: . — — — Ömer Salman
Me fâ i lün: . — . — Bilen görür.
Me fâ î lü: . — — . Nasıl gördü.
Fâ i lâ tü: — . — . Sevmemişti.
Müs tef’ i lün : — — . — Bilmiş kadın.
Fâ i lün : — . — Sevmişim
Fe û lün: . — — Uzaktan
Fe i lün: . . — Seni ben
Fâ’ lün : — — Kör göz
Mef’ û lü : — — . Görmez ki
En Çok Kullanılan Aruz Kalıpları:
1- Fâ i lâ tün Fâ i lâ tün Fâ i lâ tün Fâ i lün
2- Fâ i lâ tün Fâ i lâ tün Fâ i lün
3- Fe i lâ tün Fe i lâ tün Fe i lâ tün Fe i lün
(Fâ i lâ tün) (Fa’ lün)
4- Fe i lâ tün Fe i lâ tün Fe i lün
(Fâ i lâ tün) (Fa ‘lün)
5-Me fâ î lün Me fâ î lün Me fâ î lün Me fâ î lün
6-Me fâ î lün Me fâ î lün Fe û lün
7-Mef’ û lü Me fâ î lü Me fâ î lü Fe û lün
8- Mef’ û lü Fâ i lâ tü Me fâ î lü Fâ i lün
9- Me fâ i lün Fe i lâ tün Me fâ î lün Fe i lün
(Fâ i lâ tün) (Fa’ lün)
10-Müs tef’ i lün Müs tef’ i lün Müs tef’ i lün Müs tef’ i lün
11- Fe û lün Fe û lün Fe û lün Fe ûl
Not: Feilâtün ve feilün tefilelerinin olduğu kalıplarda parantez içinde
Aruz Hataları:
Zihaf: Uzatılması gereken bir sesin kısa okunması.
Dünyanın bağrında karmaşa
İmâle: Vezne uydurmak için kısa heceyi uzun okumaya denir.
Geldi geçti ömrümüz rüzgâr gibi Ö.SALMAN
Mısraların son heceleri ne olursa olsun kapalı sayılır.
ÖRNEK METİNLER
1-Yerim sensin, göğüm sensin, cihânım, cennetim hep sen;
Nasıl bir zinde millet çıktı gördüm hasta sînenden S.NAZÎF
2- Ağaç bilmez çiçek görmez hayatlar
Kokuşmuştur bozulmuştur bayatlar Ö.SALMAN
3-Bî-çâre gönüller ne giden son gemidir bu
Hicrânlı hayâtın ne de son mâtemidir bu Y.K.BEYATLI
4-Kimsesiz hiç kimse yoktur herkesin var kimsesi
Kimsesiz kaldım yetiş ey kimsesizler kimsesi L.E
5-Gözlerimden aktı yaşlar çağlarım
Durmadan hiç durmadan ben ağlarım Ö.S
6-Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım. M.A.ERSOY
7-Bir hayâlet gibi dünyâ güzeli
Girdiğinden beri rü’yâlarına
Hepsi meshûr o muammâ güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına Y.K.BEYATLI
8-Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
İspanya neş’esiyle bu akşam bu zildedir Y.K.BEYATLI
9-Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak A.HÂŞİM
10-Küçük muttarit, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür ihtizâz T.FİKRET
11-Esdi nesîm-i nev-bahâr açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz ey sâkî meded sun Câm-ı Cem NEF’Î
Aruzu bilmenin ne faydası olabilir ki?
Aruzla yazılmış şiirleri doğru bir şekilde okumaya yardımcı olur. Aruzla yazılan şiirde bir eksiklik var ise bu fark edilir. Ama en mühimi Osmanlıca metinler okunurken okunan metnin doğruluğunun sağlamasını aruz bilgimizle yapabiliriz. Günümüzde Osmanlıcaya ilgi duyanların aruzu bilmesi de gerekmektedir.
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Ömer SALMAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)